Arthur SCHOPENHAUER- Aşkın Metafiziği




"Schopenhauer, Platon'un ve Immanuel Kant'ın etkisinde idealizmin teorisini kendince anladığı boyutunda temsil ederken, bu genel bakışı subjektif idealizmin sınırlarından taşıramamış ve Hegel'in felsefesini de reddetmiştir. Hegel, Schelling ve Fichte'ye ve sonradan kendisini fikirlerinden dolayı onore eden Schleiermacher'e karşı etkileyici polemikler yazmaktan çekinmemiştir.

Felsefesinin ilkesel bir kavramı irade kavramıdır. Dünyanın özü ve gerçekliği irade iken, fenomenlerden oluşan dünya, tasarımdan başka bir şey değildir. İrade, Schopenhauer felsefesinde kendini bir zorunluluk olarak gösterir, ki onun düşüncesindeki kötümserliğin ve karamsarlığın kaynağı da esas olarak budur. İnsan, tamamen kurtulamayacak olsa da istencin emrine boyun eğerek acı ve kederden kısmen kurtulabilir. Bu noktada Schopenhauer'ın düşüncelerinin belirli ölçüde, kaderciliğin ağır bastığı doğu felsefelerine yakınlaştığı söylenebilir.

Schopenhauer'a göre; birbirlerini en çok büyüleyenler, birbirlerini en çok tamamlayanlardır.

Schopenhauer, görünen dünyanın ardında yatan esas gerçekliğin istenç (irade) olduğunu ileri sürdü. Schopenhauer'a göre bu istenç akılsız, bilinçsiz bir öze sahipti ve kendisini fenomenler dünyasında gösteriyordu. Bütün görünenlerin kaynağıydı. İnsan bedeni de onun eseriydi. Aklın denetimde olmayan bu istenç, insanları parmağında oynatıyor ve geçici tatminlerle veya ulaşılamayan hayâllerle, insanı hiçbir zaman dışına çıkamayacağı bir bıkkınlık ve acı döngüsüne sokuyordu. Ona göre; bu anlamsız, boş, acıyla dolu ve kötü hayattan kaçınmanın tek yolu vardı: İstencimizi öldürmek! Bu onu Hinduizm, Budizm gibi dünyevi bir yaşamdan el çekmeyi ve bir keşiş gibi yaşamayı, başkalarına yardım etmeyi, mutluluğumuzu olabildiğince arttırmayı değil, acılarımızı olabildiğince azaltmayı öneren bir yaşam şeklini önermeye yöneltti. Felsefesi, aklın (rasyonalizm) temele oturtulduğu felsefe tarihinde yeni bir bakış açısı anlamına geliyordu ve psikoloji, psikanaliz, müzik, edebiyat gibi entelektüel ve sanatsal alanlarda büyük etki gösterdi." Devamı için bknz: http://tr.wikipedia.org/wiki/Arthur_Schopenhauer

İki bölümden oluşan Aşkın Metafiziği kitabında Schopenhauer, tamamıyla negatif bakış açısıyla işlemiş ele aldığı konuyu. Kitabınının ilk kısmı Kadınlar Üzerine'de, Avrupalı filozof sıfatına yakışmayacak sözler sarf etmiş ardı ardına. Kadınları zihinsel eksiklikle suçlarken, estektik olarakta  yetersiz olduklarını savunmuş, istisnalar dışında. Tek dertleri giyinip süslenmek ve erkekleri baştan çıkarmak olan Schopenhauer kadınları; ticaretten, askeriyeden, siyasetten uzak tutulup, evde çocuk bakmalı ve süsleriyle uğraşmalılarmış. Kadınları için ikinci cins olarak nitelendirmeye kadar uzanan bu aşağılama silsilesinde, bir erkek olarak hak vereceğim tek yer; "bazı" dişilerin yaşama amaçlarının süslenmek ve erkekleri ayartmak olduğu gerçeğidir. Kadınlar Üzerine bölümünün sonlarında çok eşliliği hak gören ve Doğulu bilginlere arka çıkan Schopenhauer, yaratılış olarak herhangi bir kabiliyeti olmayan kadınların çok eşliliği kabul ederek, güçlü, kuvvetli ve her işe aklı yeten erkeklerin arkasına sıralanıp mutlu mesut yaşabileceklerini iddia etmiş. Kadınlar hakkında yazılabilecek bütün olumsuz fikirleri 31 sayfaya sığdırıp ikinci bölümün başlığını atabilmiş kendileri.

Cinsel Aşkın Metafiziği isimli bölümden anladıklarımı sizler için özet geçecek olursam;

  Aşk dediğimiz duygu; güdülenmeden başka bişey değidir. Bugüne kadar çoğumuz zevklerimizin ön planda olduğunu düşündü: estetik zevkler, fikirsel zevkler vb. Atladığımız çok önemli bir husus daha var aslında; doğa. İnsanında hayvani duygularının olduğunu kabul etmek gerekir öncelikle. Kelebekler gibiyiz, çok kısa içinde öleceğimizi bildiğimizden için hemen üremek isteriz. Ürettiğimiz canlının da en iyisi olmasının taraftarıyızdır. Bu yüzdendir ki eşimiz olacak kişiyi özenle seçer ve inceleriz. Bu özenmenin sebebi: Dünyaya gelecek çocuğun kusursuz insan ırkına uygun olmasıdır. İşte doğa burda devreye girer; diğer hayvanlar gibi insanında soyunun devam etmesi ve en iyi çocuğun ortaya çıkması için insanı tetikler.

  Herhangi birini beğendiğimizde yüzü güzel diye düşünürken aslında düşündüğümüz, ikimizin çocuklarının nasıl olacağıdır. Burnu çok kemikli, biraz kilosu olan, ayakları yan basan ya da akıl sağlığı yerinde olmayan kişileri beğenmemizin sebebi budur. Çünkü onlarla birlikte olsak yine burnu kemikli olan birinin dünyaya gelme ihtimalini düşünürüz. Kilolu bir insanın yine kilolu birini kendine eş olarak seçme olasılığı çok azdır. Ağz; tipime uygun değil desede, bilinç altı; doğacak çocuğumuzda kilolu olabilir demektedir.

  Aşk dediğimiz duyguda bundan ibarettir; cinsel arzu ve kusursuz ırk arayışı. Sarışın kızların, esmer erkeklerden hoşlanmasının sebebi basittir; saf insan ırkı esmer tonlu bir renge sahiptir ve sarışın kızlar -bu yüzden olduğunu kabul etmeselerde- beyaz ırkı özüne döndürmeye çalıştıkları için esmer erkeklerden hoşlanırlar.

  Schopenhauer için dünya üzerinde birbirinin tamamen aynı bir çift yoktur. Bu yüzdendir ki insanlar kendilerini tamamlayan kişileri ararlar. Kendilerinde bariz olarak eksik gördüklerini tamamlamaya uğraşırlar. Kendilerini tamamladıklarına emin olduklarında evlenmek ve çocuk dünyaya getirmek için hazırdırlar. Üzerine cilt cilt kitaplar yazılmış aşk ise; partnerin cinselliğe alışmasıyla son bulur ve alışkanlığa dönüşür.

  Kitabının ikinci bölümünde karşı çıkacağım hiç birşey yazmamış olan Schopenhauer, okunabilir bir kitap ortaya koymuş. Aşk üzerine düşünenlerin daha başka bakış açıları kazanmaları için kitabın sadece ikinci kısmını okumalarını tavsiye edebilirim.

2001: A Space Odyssey




1968 yılından bakıldığında 2001 bir hristiyan için neyi ifade eder?
Hristiyanlığın temel öğretilerinden olan milleniyum kavramı insanların her 1000 yıl için yeni spekülasyonlar üretmesine yol açmıştır. Buna müslümanlar dahil. Stanley Kubrick`in de yaptığı da spekülasyon üretmekten başka bir şey değildir ama ne spekülasyon.

Filmin ilk 5 dakikası siyah bir ekran ve klasik müzikten ibarettir. Dünya`nın nasıl ortaya çıktığına objektif bir görüş getirelememesinden doğan karanlık 5 dakikayla milyarlarca yılı ifade etmiştir. Kameranın Doğu Afrikaya dönmesiyle insan kendi aramaya başlaması aynı ana denk gelmektedir. O sırada Kubrick`in Tanrısı (Siyah bir blok - AROG`da gördüğünüz şey-) ilk insnaların - maymun insanların- arasına düşer. Cesaret ve merak yetilerine sahip canlıların anlam veremedikleri bu blok aslında onları gözlemek için gönderilmiş bir gözlemciden başka bir şey değildir.

İlk aleti kemiği yine gözlemcisinin üzerinden doğan günün ilk ışıklarıyla bulan maymun insan bunu kullanıp hayatını idame ettirmesini öğrenmesiyle teknolojik evrimine ilk adımı sağlam şekilde atmış olur. Evrimin ilk aletini öldürmek için kullanmasından sonra havada dönerek ilerleyen kemik parçası teknolojik evrimin zirvesine konar sakince.

Uzay mekiği içinde ki insan evrimin zirvelerinde olsa da en başa geri dönmüştür. Tuvaletini nasıl yapacağını, yürümeyi, yemek yemeyi tekrar öğrenmek zorundadır. Bu sırada ilk aletini akıl almaz derecede geliştiren homo spaiens yaşamını kolaylaştırmış ve yaşamının tam ortasına bilgisayarları sokmuştur.

1968 yılında şekilmesine karşın mükemmel dekorlar ve anismasyonlarla süslenmiş sahnelerde Kubrick`in yönetmenliğine ve prodüksüyon başarına hayran olmamak elde değil özelliklede Jüpiter görevinin başlangıcında kullanılan dairesel dekorun nasıl yapıldığını çözmek için filmi dahi durdursamda yeterli olmadı çözemedim.

İnsan uzay mekiğinde tuvaletini nasıl yapacağını öğrenirken, maymunların arasına düşen bloğun bir benzerenin ayda keşfedilmesi ve bir grup insanın onu görmek için ziyarete gitmesi evrimin ne şekilde ilerlediğine çok açık örnektir. İlk insan merak ve cesaretle yaklaşırken siyah bloğa evrilmiş insan cesaretini kaybetmiştir ta ki bir el bloğa uzanana kadar.

Ardından Jüpiter Görevi başlar. HAL 9000 adından ki bilgisayar, biglisayar evrimininde son noktasıdır, düşünme sinir sistemine sahip olan bir makina. Kendi başına karar veren bu makina, insanın icat ettiği aletlerin sonuncusudur. Tek farkı ise insanın biraz sonra onun üzerinde ki hakimiyetini kaybedecek olmasıdır. Bilgisayar ve insan arasında yapılan savaşı ilk insanın özelliği cesaret kazanırken homo spaiensin yarattığı en gelişmiş aleti sadece tornovidayla hal etmeside filmde ki en ironik sahnelerden birisidir.

Uzayda aletsiz kalan insanoğlunu bekleyen tek ve gerçek bir son kalmıştır; ölüm. Ölüme doğru yolculuğu bir renk cümbüşüyle gözlerimizin önüne seren Kubrick son olarak bizi bir odanın içine hapseder. Oda sadece bir imgedir gözümüzde gerçek değildir. Bu oda insan evriminin kaçınılmaz noktasına taşır bizi. Gayet yavaş ve uzun şekilde anlatarak ölürüz ve son olarak geldiğimiz nokta cenin olarak Dünya`nın karşıdır.

Beni bunları yazmaya yöneltecek kadar düşüren bir filmi bu kadar geç izlemiş olmanın verdiği pişmanlık içindeyim şu an. Dahiyane hazırlanmış dekorlar ve çekim açıları bir kez daha Kubrick`e saygı duymamı sağladı. Çoğu zaman can sıkıcı bir film olsada bittikten sonra insanlar ve aletleri üzerine düşünürken bulduğunuzda kendinizi aslında ne kadar dolu bir film izlediğinizin farkına varıyorsunuz. Tavsiye edilir film kuşağımın arasına tepeden girdi.

Yola çıkma heyecanı



"Tanrı`nın hayatı bu kadar acıklı kılarken ne planladığını düşüyor"um bir süredir, aklımın bir  ucunda "bazen bir insan 'Çok mutluyum' diyemeyecek kadar çok acı çekmiş olabilir" sözü. Kulaklarımda kamyon sesiyle yollara düşme fikri ne heyecan verici!

Jack Kerouac`ın Yolda`sını daha yeni okuduğumu üzülerek itiraf etsem de herkes de yarattığı etkiyi bende de yarattığını gururla söyleyebiliyorum. Bir süredir yetim bıraktığım fikirlerime babalık yapmaya devam etmemi bile sağladı diyebilirim. Pek tabiki Gökhan`ı atlamamam lazım. İçinden böyle aktivist birinin çıkacağını hiç beklemediğim biri daha dedim son buluşmamızdan sonra. Uzun uzun herşeyden konuştuk sanırsam; Dr. Stranglove, Otomatik Portakal, Ahl-i İmran, Kubrick, Alparslan Türkeş... Aklımdan bu kadar çok şey geçerken konuşamam genellikle, zaman zaman kekelediğimde olur ama böyle Kubrickten falan bahsederken iyice kendimden geçiyorum. Sanırım Gökhan`a birşeyler anlatırken çoğu zaman saçmaladım neyse anlamıştır beni.

1 Eylül`de yol haritası çizmeden ve nereye gideceğimi hiç düşünmeden yola çıkmak istiyorum, yoldaşım Kerouac ile. Her şehir de bir birinden manyak arkadaşlarım olmasını çok istesem de bu saçma sapan ülkede manyak birilerini bulmanın o kadarda zor olmadığından adım gibi eminim.

"Yabana Doğru Yolculuk", bedenimden yayılan ter kokuları, kamyon soförlerinin yan koltukları, kıvrımlı beller... 1 Eylül sabahı İzmirden Eskişehire giden her yol üzerine de bulabilirsiniz beni kısacası. Kavşaklarda bar olması fikriyle yola koyulduğum küçük maceramda.

Evet bencilim



Güneş bile fazlalıklarıyla ısıtırken bizi, bencillikten başka ne beklenir insandan? Yapmacık yardımlardansa, göstere göstere bencilliği yeğler her ferd . Fark etmesede insan bencillikte erdemdir, gizli ama büyük erdem. Önce kendini düşünmeden karşında duranı nasıl düşünebilirsin. Kaç kişi kendi işi olmadan başkasının işini halletmeye çalışır? Daha önemlisi kaç kişi az önceki soruya olumsuz yanıt verip bencillik yapanı tersler?

İşte bunun gibi bir sürü soru dolanmakta kafamda Böyle Buyurdu Zerdüşt`ün girişinden bir şeyler okuduğumdan bu yana. Bulutlar bile nem fazlasını yağdırırken tepemize kaç gündür, çok garip değil midir bencil olmamayı düşünmek? İlk itiraf edeniniz ben olmalıyım o halde; ben koca bir bencilim. Herkes gibi ilk önce kendimi düşünürüm. Bazen kendimle mücadelemden yenik çıkıp böyle düşünmediğim olur. Belkide çokça yenik çıkarım ama bilirim ki bencillik benim doğam. Bildiğim daha önemli bir şey var ki: Bir insanı bencil diyerek kötülemekten saçma bir şey daha yok.

Bir çözebilseydim

 “ Ama bu eskiden beri, bitlerimi ayıklarken, birçok manevi değerleri yeniden gözden geçirme olanağı elde ettim. Bu arada şu da vardı eskiden onur için yaşıyordum. Bugün, yaşamak için yaşıyorum. Eskiden hayatın benim için hiçbir değeri yoktu, bugün çok değeri var. O zamanlar, hayatın bunca değerli olabileceğini bilemiyordum.”

Hala sorularım var kafamda cevaplayamadığım. Ergen kafasından kurtulmamdan ötürü olsa gerek 4-5 ay önce sahip olduğum siyasi görüşlerin, müzik zevklerinin, hayata bakışın hiç birine sahip değilim. Kapısından girmeyeceğim mekanlarda zevkle oturup, üstüme giymeyeğim markaları giyiyorum. Mihail gibi yaşamak için yaşaydım, Mısırdan yazabilseydim yazımı yada İbrail`de resepsiyon işimden arta kalan zamanımda, olmazdı tabiki sorularım. Bunu halledebilirsem içimde çok rahatlayacağım her halde.

80. Enternasyonel İzmir Fuarı



Fuar şöyle iyi böyle iyi yazmak isterdim ama 7 yıldır İzmirde yaşayıp ilk defa gidiyorum: Ziyaret eden insanlardan nefret ettim.

Canımızın sıkılması sebebiyle fuar alanındaki AVEA standında promotör olarak çalışmaya başladık 3 gün önce. Önceleri broşür dağıtıyorduk mutluyduk ta ki o pankartlar gelene kadar. Demir bir çubuğun üstüne tutturulmuş kare şekilli kampanlar yetmezmiş gibi birde üstümüze aynılarını giydirdiler. Bağırın dediler. Züğürt Ağa gibi girdik başta olaya; domates, domates, domates derken birden kendimizi kaptırmışız. Zabıtaya dahi broşür vermeye çalıştım bütün yüzsüzlüğümle. 4 liraya telefon veriyoruz diye bağırmaktan sıkılıp 4 liraya veriyorum demeye başladım gecenin ilerleyen saatlerinde. Bunu duyup gelmiş olacak bir amcayla şöyle bir diyalog yaşadık;

Amca: Neymiş bu
mEta: Faturalı hattınız varsa gak guk ordan burda
A: Telefonu değilde seni alsam olur mu?
m: Errör! Errör! Hücreler kendini patlatmak için geri sayıma başladı
Yoldan geçen genç: Aslan gibi adamsın alırsın amca
m: Bırakıyorum lan  işi

Mesaimizin son 1 saatine girdiğimizde ise bilumum roman havası müziği eşliğinde standın önünde yani fuarın ortasında oynamaya başlıyoruz. Bildiğiniz göbek ata ata oynuyoruz fuarın ortasında. Hatta bir kaç roman abimizle karşılıklı oynamışlığımız bile var o derece. Canı sıkılınca insan herşeyi yapabiliyor sevgili livewithbeer severler inanın. Küçük bir kız tarafından taciz edilmemi anlatmıyorum bile. Bugünü saymazsak 5 günümüz daha kaldı İzmir fuarına beklerim karşılıklı oynarız.

Özlemek var özlemek var abi



Rock-A`dayken yavukluyu özlüyordum tamam kabul hatta onun için bir gün erken döndüm tamam oda kabul ama bu seferki başka özlemek ağabi.

Sahnenin önünde biramı yudumlayıp sigaramı içerken(bıraktım ama) tam önümde oturan çiftleri görünce; yanımda olsun istiyordum yavuklu ama özleyince mesaj atıp rahatlayabiliyordum. Yanımda olmasa bile yanımdaymış gibi hissedebiliyordum. Velhasıl 4 günü bir şekilde geçirmiştik festival süresince.

Bu sefer cidden farklı ağabi sana öyle diyim. Coğrafyası azdır bizimkinin; Nevşehire gidiyorum diye çıktı yola Yozgatın bir köyüne vardı uzun bir yolculuktan sonra. Köyün muhtarının adı Ahmetmiş. Bu sene yapılan şenliklerine Yozgat Valisi gelmişmiş. Sitelerinden öğrendim. Almancısı çok köyün. İç Anadolunun kaderi bu be toprağam.

Telefon çekmiyormuş köyde birde. Annesini de rahatsız etmek olmaz. El mahkum beklicektik dönmesini. Demesi kolay be ağabi. 1 hafta haber alamamak kolay mı? Uyandığımda aklımda o var. Bilgisayar başında o, kitap okurken o, arkadaşlarla içerken o, yürürken bile o . Hadi onları geçtim, yemek yerken bile o var. Yemek yerken; şıpsevdi yediğimiz, sahilde oturduğumuz, PanterA t-shirtümle gezdiği anlar aklıma gelince tabi iştahım kaçıyor haliyle ağabi, 1 kilo vermişim 1 haftada. Gün içinde onu düşünüyorum sürekli eyvallah ama neden her gün rüyamda ağabi? Facebook üzerinden kavga ederken bile gördüm var mı ötesi?

Hayır, bu kadar kısa sürede bir insana nasıl bu kadar çok alışabilirsin ki? İmkanı yok. Önceki hayatımı yine mEta olarak yaşadığımdan eminim ama aynı sevgiliyle birlikte olmuş olmayayım be. "Dinar yolunda devrilen ford" gibi ağıt yakasım var. Neyse ki önümüzde ki gün dönüyor ağabi mutluyum.

Bizimkisi sevmekte; bu yaşta böyle sevince Cedric gibi hissediyorum yeminle. Böyle aşık olmamalı bir insan. Sesini duyunca daha çok özlememeli.

(Denize bu yalnız günlerimde beni yalnız bırakmadığı için sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum)


Pragmatik bakmak lazım

Herkes 22 yaşına kadar rockçıdır yada 17 yaşında anarşisttir geyiklerini bir yana bırakarak okumanız dileğiyle.

Hayat bazen insana çok garip şeyler fark ettirir. Biri vardır dünyaya sizin için gönderilmiştir. Onunla karşılaşmadan önce; 40 yaşına kadar evlenmem dersiniz sonra kızınıza isim bile bulursun. Radyo, Televizyon ve Sinema okumak gibi bir hayaliniz vardır, vazgeçersiniz. Sigarayı bile bıraktırır. Bütün hayatınızı değiştirir.

Kazandığım bölümle alakalı mıdır bilmiyorum ama dünyaya artık o kadar asi bakamıyorum. Çantamı alıp dağa çıkasım olmadı hiç ama hep içimde bir Into to Wild ateşi vardı. Söndü. Artık herşeye pragmatik bakıyorum. Varsa bana bir yararı; eyvallah.

Özetle; Filmin şu sahnesinden öteye gidemedim


Metallicadan korkmak

Gayet sıcak bir İzmir gününde evden çıkıp hızlı hızlı ana yola doğru yürüyorum. Geç kalmışım. Ulaşmak istediğim yere gelince fark ediyorum geç kaldığımı tabi. Yavukluya belli bir süredir benim beklediğim köşe başında arkası dönük vaziyette bana sitem dolu mesajlar atarken yetişiyorum. Teyze var ayağına yatıp sarılmamasına fena bozulsam da yürümeye başlıyoruz aynı güzergahtan. 5 gün kadar bende kalan mp3 playerını çıkartıp kendilerine uzatıyorum usulca. İlk şarkıyı açıp dinlemeye başladığında ise önümüzdeki 1 saat boyunca güleceğimiz hadise cereyan ediyor. Play tuşuyla başlayan sert gitar rifflerinden korkup sol ayağını yukarı kaldırmak suretiyle irkiliyor. O sırada yüzü bir insan ne kadar boş bakabilirse o kadar boş bakıyor ardından da ölümüne gülmeye başlıyoruz.

R: Metallicadan korktun dimi
B: Evet. Kaza oldu sandım
R: Turn the Page`den nasıl korkabilir bir insan ya



Dio - Holy Diver beğenerek gönlümü tekrar feth etsede Metallicadan korkan ilk insan olarakta tarihe geçiyor.

Tercih yaptım lan liseli değilim artık



Liseli bir blogger olarak üniversite sınavı, tercih sıkıntısı ve puanlarla ilgili bir şey yazmadığımı fark ettim. Hemen olaya dalıyorum sevgili Livewithbeer severler. Öncelikle Eşit Ağırlık bölümünde batırdığımı belirtmek isterim. Sülaleden matematik ve geometri yapamayan biri olduğum için sikim de bile olmadı affedersiniz. Sözel puan türünde ise gazetelere konu olacak bir başarı göstererek; neredeyse hiç çalışmadan 3853. sıradaki yerimi almayı başardım.

Ege Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünü yazmayı düşünürken sorup soruşturmalar, bir kaç bir şeyler okumalar, okulların derslerini araştırmalardan sonra kararımı Marmara RTS olarak değiştirmiştim tercihlerimi yapmaya karar verdiğimde. Tercih yap kısmına girip okulun kodunu girdiğimde; bir ağırlık hissetim üzerimde, ensemde hafif bir serinlik. 1 saat kadar daha bekleyip Şirinyere doğru yola çıktım sonra. Ona sormadan kararımı veremezdim sonuçta. Beni gördüğünde bu kadar güzel gülen biriyle karşılaşmamıştım daha önce,yine öyle güzel güldü. Uzun bir elbise giymişti, benim sevdiğimden. Saçlarını beline kadar salmıştı. Her günkünden daha güzel kokuyordu o an. Boynunu sırf o yüzden öptüm zaten. Her zaman yürüdüğümüz yolun güneşli tarafından yürüyorduk. Daha önce hiç bu taraftan yürümemiştik. Ben bir şeyler zırvaladıktan sonra konuyu artık tercihlere bağlamam gerektiğini fark ettim, boğazımdaki düğümü yutarak.

mEta: Daha önemli bir mevzuumuz var
B: Ne aşkım
m: Tercihler. Marmara yazmayı düşünüyorum. Yazıyım mı?
B: Yaz
m: Git diyosun yani?
B: Git

Sonra hiç sapmadığımız bir sokağa sapıp; hiçbir şey konuşmamışız gibi yapmaya çalışmamız 100 metre daha sürdü. Bilmediğimiz bir apartmanın, bilmediğimiz merdivenlerine oturduk. Hayatımın en boktan dakikalarıydı sigaraya içmeye hiç bu kadar ihtiyaç duymamıştım. Ellerim karıncalanmamıştı, yüzüm uyuşmamıştı hiç. Yanağından öperken kendilerini, arkamızdan çırtlak bir ses duyduk;

Temizlikçi teyze: Napıyonuz orda
mEta & B: ?!'^+'^&;(/;)
T: Çoluk çocuk var burda napıyonuz siz
m: Bağırma, bağırma
T: Bağırırsam nolacak
B: Gidelim ya bırak
m: Teyze bekle gelicem ben

%20 eğilimli olduğunu düşündüğüm meşhur yokuştan çıkıp evlerinin önüne geldiğimizde hiç bu kadar yapmacık  vedalaşmamıştık ve hiç bu kadar yapmacık seni seviyorum dememişti. Dolmuşla eve dönerken kuzen vasıtasıyla İletişim Fakültesinin yerini öğrenmiş, kiralayacak ev bulmuş, kaç lirayla geçineceğimi hesaplamış ve İletişim Fakültesinin yerini öğrenmiştim. Koşar adım eve döndüm yine bilgisayarın başına oturdum. RTS bölümü ile ilgili bir şeyler okurken yine o ağırlık küçük bir tokatla geri gelmişti. Daha önce insanlara; bu yıl buradan gidecem demiştim ve bu yüzden ayrılmıştık. Bu sefer farklıydı lan bana böyle bakan birini nasıl terk edebilecektim. Terk ettim diyelim 3 gün ayrı kaldığımızda deli gibi özlerken, İstanbulda nasıl yaşayacaktım. Yatağa uzandım. Oda gayet soğukken ölümüne terliyordum. Uyumuşum. Ter içinde uyandığımda İstanbulda ben uyurken terimi silecek birinin olmadığını fark ettim, eliyle biri yemek yedirmicekti bana. Mayoneze daldırıp patates tıkmayacaktı ağzıma. Elimden tost yapmıyacaktı yada elimde uyuyan biri olmayacaktı. Kimsenin yüzü ay ışında böyle görünmeyecekti bir daha.

Babamı çağırdım; tercihleri yapal... diyebildim. Konuşamadım burnumda bir acı vardı. Nereyi yazıyoruz diye sordu. Marmara RTS dedim tek tercih. Emin misin başka şansında var. Başka bir şansım olduğunu o gösterene kadar aklımın ucuna bile getirmemiştim, getirmek istememiştim. RTS okumak istiyordum ve en iyisinde okumak için yeterli puanım vardı. Televizyon ekranından kendime bakarak düşündükten sonra tercihlerimi şöyle yaptım;

Yıldırım Beyazıt Hukuk(Ankara)
Gediz Psikoloji(İzmir)
9 Eylül Denizcilik İşletmeleri(İzmir)
Gediz Türk Dili ve Edebiyatı(İzmir)
Ege Türk Dili ve Edebiyatı
Ege RTS
Marmara RTS

Bizde bu yollardan geçtik koçum yanlış karar vermişsin, bir kız için yapılır mı enayi, senden öğretmende olmaz edebiyatçıda amk, ya bi siktir git diyebilirsiniz ama zerre pişman değilim yaptım oldu

Mezun bile oldum





 Bilmem kaç Eylül 2007 - Kayıt olmak için Menderes Anadolu Lisesinin önüne geldiğimde arka bahçesinde koyunlar ve çobanlar vardı. Yıkılmıştım. Aslına bakarsanız pekte yıkılmamıştım; 1 hafta önce köyden gelmem sebebiyle. Ammavelakin beni en çok yıkan bilgi; okulumuzun binasının olmamasıydı.
 Adana`da 1. sınıfa başladığımda annemin 15 gün, Muş`ta 3. sınıfa başladığımda yine annemin ilk gün, İzmir`de 7. sınıfa başladığımda ise babamın yine ilk gün okula beraberimde gelmesinin  verdiği rahatlıkla liseye de beraber gideriz yabancılık çekmem düşüncesiyle bütün bir yazı rahat geçirdikten sonra beklenmedik bir şekilde; lisenin ilk günü durakta yapa yalnızdım, belkide hayatımın en büyük travmalarından biriydi. Dolmuş durağında otobüs beklerken, gelmeyen otobüse oldukça sövmüştüm gıcır gıcır okul üniformalarımla. Neyse ki benimle birlikte dolmuş bekleyen liselilerin arasına karışıp Gaziemir - Garaj dolmuşlarından birine binebilmiştim. Lise denince aklıma - bildiğiniz liseli mantığıyla- minicik etekli güzel kızlar gelirdi hep. Dolmuşta onları aradım ama önümde -4 sene boyunca çoğunlukla görebileceğim gibi- bıyıklı, uzun etekli, şakirt tipli kızlarla -isimlerini kezban diye kısalttık sonraları- doluydu dolmuş ama aralarından biri gayet güzeldi yada ilk gününün heyecanından bana öyle gelmiş, adını hiç öğrenemedim. Okulun önünde indik. Bir grup liseli sıra olmuş beklemekteydiler, yüzlerinde kusma ifadesiyle bekleyenlerin yeni başlayanlar olduğu anlayacak kadar gözlem yeteneğim vardı o yaşlarımda da. Kapıda biraz bekledim. Sonra içeri girip servis kaydı yapan, yine ilk gün amına koyum ifadesiyle oturan klasik dolmuşçu tipli abinin önünden geçerken; kafamda düşünecek hiçbirşey bulamıyordum. Okulun ağaçlar vasıtasıyla oluşturulmuş gölge kısımda olayı anlamaz bakışlarla bakarken bana doğru yaklaşan sarışın kız neredeyse kanatlanıp uçacaktı gözümde. Onu gördüğüme o kadar sevinmiştim. Adını yanlış hatırlıyorsam affetsin; Enbiye yavaş yavaş yaklaşmaktaydı. Sağa sola savrulan bir kaç tel haricinde saçlarını toplamış, omuzları yeni giydiği beyaz-mavi çizgili yeleği beğenmediğinden düşmüştü. O zamanlar içine kapanık bir çocuktum esprilerim gayet kötüydü ama saatlerce sürebilecek tatlılıkta muhabbet döndürecek güç bulmuştum içimde; uzun konuştuktan sonra oteritesini sesine vuramaya çalışan müdür; sıraya davet etti bizi. Ergen ve isyankardım. Bir süre gelen emiri duymamazlıktan gelsemde sonra sıra olanların arkasına doğru yürdüm. Nerde dursam ki lan, yeniler nerde durur, büyüklerin arasında sap gibi kalırsam gülerler mi, annem nerde gibi tonla soruyla öğrencilerin arkasında beklediğim sırada karşılaşmayı pek istemediğim biri yaklaşmaktaydı götüm götüm. 8. sınıf boyunca zaman zaman aynı dershane sınıfında bulunduğum, pekte sevmediğim Onur. Yüzünden saflık akardı çocuğun, alt dudağıyla konuşurken dudağının iki yanında tükürük birikintileri olurdu, okulun ilerleyen yıllarında inanılmaz hikayelere sahip olacaktı o gün farkında olmasada. Selam verdikten sonra yüzümdeki memnuniyetsizliği görmüş olacak yanımdan ayrıldı. Bir süre daha bekledikten sonra yine aynı dershaneden Ayberi görmüştüm. Anlaşırdık o zamanlar halada anlaşıyoruz ya neyse. Yanında Mert Onarıcı 1.90 ebatlarında dikilmekteydiç. Tam yanlarına gittiğim sırada cebinden BlackBerry çıkarmasıyla da iyice afallamıştım. Lise çok garip gelmişti, büyümüş hissetmişti. Belli bir süre sonra hala aramızda birşeyler olduğuna inandığım Ezgi`nin okula teşrif etmesiyle dahada bir mutlu olmuştum. Sınıfa çıkma vakti gelmişti.






Tek kişilik sıralardan en arkada ve cam kenarının bir kenarındakilerden birine oturdum. Hemen önümdeki sırayada Ezgi oturdu. Yeleğimi çıkarıp, kollarımı sıvadıktan sonra gömleğimi dışarı çıkarma cesareti bile göstermiştim. İlk okulda hocasını gördüğünde önünü ilikleyen benim için evrimin başlangıcıydı bu. Ezgiyle muhabbet ederken ilk günün en şaşırdığım olaylarından biri cereyan etmekteydi; 8. sınıfta ilk okullar arası futbol müsabakalarında ardı arkası kesilmeyen küfürler ettiğimiz, ardındanda kafasına kafasına taş attığımız Özer kendinden emin yürüyüşüyle sınıfa girmişti. O yürüyüşü hiç değişmedi. İlk ders zili çaldı o sırada. İlk ders ile birlikte sınıfımıza 5-6 hoca birden girip arama yapacaklarını söylediğinde Ercan hocanın yüzündeki çömezlerle uğraşıyoruz ifadesi yeni yeni oturmaya başlamıştı. Telefonumu kapatmaya çalıştığım sırada kaşlarını çatıp, bir parça türükle bana kızan Ercan hocanın sesi liseye geldiğimi fark ettirir nitelikteydi. Dışardaki gömleğimden ve açık telefonumda ilk defa adımı bir yerlere yazmışlardı


10 saat İngilizce olmasının verdiği burukluk vede hocamızın işi varsa erken gidebileceğimiz düşüncesiyle yaşadığımız sevinç içimde kocaman bir boşluk oluşturmuştu. Belkide ergenlikti bilemedim. İngilizce hocası bütün sınıfı ayağa kaldırıp büyükçe bir daire oluşturdu. Şimdi herkes adının baş harfiyle bir sıfat bulacak ve adını öyle söylecek böylece hem tanışmış hemde isimlerimizi ezberlemiş olacağız dedi. Tamam dedik. Herkes düşünmeye başladı ama benim daha büyük bir sorunum vardı; iki ismim var lan benim hangisini söyleyecem şimdi, hayatımın geri kalanını etkileyecek ilk kararımı vermek üzereydim. T harfinden sıfat bulamadığım için R`yi seçip Rahat demeyi planladım. Buraya kadar gayet güzel gidiyordu işler. Sıra bana geldi ve; ellerimi yumruk yapıp dizlerimi biraz kırdıktan sonra Rahat Ramazan dedim. O günden sonra artık adım Ramazandı. 


(Burayı hatırladıkça yazmak için ayırıyorum)



2007`nin kış aylarındaydık. İzmir’in kışı o zamanlar fazla üşütmezdi. Yinede tedbir olsun diye ebeveynlerimle bot almaya gidip, karşımıza çıkan ilk mağazadaki ayağıma ilk uyan botu aldık. O zamanlarda alış-veriş yapmayı sevmezdim.
Yeni arkadaş ortamı yapma adına verdiğim savaş çok çetindi. Herkes takılacak yeni elemanlar ararken, en popüler olmanında çabası içindeydi. Bende sınıfın en sivrilenleri arasında yerimi almış, Marilyn Manson dinleyerek hayatımı geçirmekteydim. Hafta sonu tatilinden sonra botlarımı giyip bir süredir takıldığım grubun yanına gittiğimde fark ettirdiler ki; botun topukları oldukça büyük. Alaydır bu edilir dedim sustum. Ama onlar susmadı; saatler boyu iki tane topuktan bahsettiler. Halada haz etmem bir şeye takılıp kalınılmasından. Bu kadar uzun sürerse de deliririm. Günün sonunda arkadaş grubumdan ayrılmak tek düşünebildiğim şey idi. Ayrıldım. Yeni bot almamla başlayan olaylar silsilesinin, bundan böyle Doğukan’la takılma kararı vermemle bütün hayatımı değiştireceğinin farkında değildim.
Doğukan; şu an pek oynamasa o yıllarda tam bir online bilgisayar oyunu hastasıydı. Bana da bulaştırdı. Call of Duty 2 oynamaya başladık – asıl ben oynamaya başladım kendileri 2 yıl kadar oynamışlar ogüne gelene kadar-. COD2 sonrasında COD4 derken 1 yıl kadar geçti. Call of Duty 4`ün en iyi oyunculardan biri olunca Türkiye’nin en iyilerinden X-Factor, kendileri ile oynaması için Doğukan’ı nam-ı diğer Headshot`ı takıma çağırdı. O da benden habersiz mEta`da benimle gelsin menajerlik falan yapar demiş. Elinde iyi kart olursa her zaman istediklerin olur. Bu şekilde kabul edildik. Takımın sitesinde haberler yazdım çeviriler yapıp, oyun organizasyonu olmasından ötürü başka oyun türlerinden yeni takımlar buldum, turnuvalar düzenledik, incelemeler yaptım derken oyun dünyasında adı bilinir biri haline geldim. Şu an ki adıyla HWA`nın Türkiye’nin en iyisi olmasını bizzat gördüm. Sürekli haber yazmaya çalıştığım için bir nebzede olsa yazı yeteneğim gelişti; MetalTR`de köşe yazarlığı yaptım. Hali hazırda Kara Kalem için yazmaktayım derken, Cv mi dolduracak kadar iş yaptım...
Görkemle o zamanlar çok iyi anlaşırdık hatta kafalarımız tamamen aynıydı. Okula yeni başladığım sıralarda Nu Metal dinler, Pentagram işaretleri çizerdim defterime. Tebliğ yapmak için kişi arayan Görkem, elinde bilimum heavy metal  şarkılarıyla dolu CD ile geldiğinde metal müziğe ilk adımımı atmıştım. Pişman değilim yine olsa yine yaparım. 
10. sınıfta aklımda kalan yegane olay ise karıştığım büyükçe bir kavgaydı. İtiraf köşesi; 10. sınıfta şimdiki halinden çok farklı olan hatta bildiğiniz şişman Ceyda`dan bir süre hoşlandığımı sandım ama küçük bir süre. 1 hafta sonra ise arkadaş olsak daha iyi deyip vazgeçtim(Selen bu yazıyı okuduktan sonra Ceyda ya söylemesi yoluyla öğrenecek sanırsam bunu ilk defa). Ceyda o zamanlar kendisinden büyük ve oldukça yakışıklı bir elemanla çıkmaktaydı. Bizim sınıfın kaloriferinde buluşurlar gayet tatlı bir çift olarak hayatlarını sürdürürlerdi. Burası lise ve eski sevgililer çok sinirli. Çocuğun eski sevgilisi Ceyda`ya oldukça takıntılı durumda ve dövmek için yer aramaktaymış bu olaylar kaloriferimiz de cereyan ederken. Bir okul çıkışında Ceydanın önünü kesmek suretiyle linç girişimine başlamadan hemen önce örümcek adam hislerim kötü birşeyler olacağını hissetmiş ve  beni dolmuşa binmekten vazgeçirmişti. 5 kişilik popüler kız grubu ve ortalarında Ceyda birbirlerine bağırarak uzun bir münakaşaya girmişlerdi. Ne konuştukları hakkında hiç birşey hatırlamasamda konuşmanın sonunda ettiğim küfürü gayet net hatırlıyorum. 
Kızların yüzleri kıp kırmızı birbirlerine atıp tutmaya devam ediyorlar Ceyda`da gayet cesur cevaplar veriyor hiç bekletmeden. Ceyda`nın dayak yemek üzere olduğunu anladığım sırada arkasına gidip kolundan çekmek suretiyle yanıma çekiyorum yavaşça. Gidelim diyorum boşver onları. Ceyda arkasını döndüğü sırada benden yaşça büyük ve oldukça güzel bir kızın bana erkeklik ve kaçırmakla ilgili bir şeyler söylemesiyle hayatımda ilk defa o kadar sinirlenip; Siktirin gidin burdan lan diye bağırıyorum. Tam bir çılgınım. Kızların yanında bulunan biri şişman ve her güzel kızın yanında görebileceğimiz fuck buddy tipli arkadaş ve hemen onun arkasında kaldırımda köftecinin önünde duran tinerci tipli beyaz tenli, siyah saçlı, diş yapısı bozuk olan eleman benim üstüme doğru yürüyorlar. Sen ne diyorsun lan, harbiden lan ben ne diyorum, hangi cesaret bunu bana söyletti, gerizekalıyım galiba ben derken olay ayrılıyor ve yürümeye devam ediyoruz. Yiyeceğim büyük dayak çok yakın gibi gelse de bir kaç tekmeyle kurtuluyorum olaydan az birazda annemle ilgili küfür. Teklemerini yediğim çocuğun kardeşiyle şu an aramızda çok iyi ama bu bilgiyi öğrendikten sonra abisiyle bir olup beni sövmek isteye bilirler ama olsun Enes seviyorum seni amca oğlu.

Sıcak bir bahar günü. Büyük ihtimalle 10. sınıfın ikinci dönemi. Tek kaş olduğumu unutup, bütün kış boyunca bakışlarımla etkileyeme çalıştığım kız karşımda oturuyor. Güneş biraz benim elime birazda karşımda ki kızın yüzüne düşmekte. Oldukça güzel ve popüler bir kız. Benimle egolarını tatmin ettiğini hatta onunla ilgilenmemden eğlendiği anlayacak kadar zekiyim ama aşk o zamanlar benim için inanılası bir şey. Sırf bu yüzdendir ki Güneş Kurt, beni gördüğünde hala biraz baktıktan sonra o günlerde ki loserlığıma güler. Not: Kız Güneşin yanında gezmekteydi. Ama saçlarımın uzaması ve kaşlarımın yerinde olmaması sebebiyle tam çıkartamaz beni. Kız benden sıkılmış olacak ki en sonunda arkadaşlarından birini yanıma gönderip,o kızın sözlüsü var ayağını denk al bilader dedirtti sonunda. Bunun adı aşk acısı.
Bide yazmak istemediğim Büşra muhabbeti var. Özetle öpüşmek güzelmiş. 
Bütün günümü bilgisayar oyunu oynamak ve hiç bir şey yapmayarak geçirdiğim 10. sınıfın ardından daha da büyümüş ve siyasi fikirlerim oluşmuş şekilde 11. sınıfa hazırdım. Nihilizm mükemmel bir dünya görüşüydü hatta her ergenler için ders olarak okutulmalıydı. Black Metal dinlenmesi gereken tek müzik türüydü ve sanırsam dinler yalandı. Kafam çok karışıktı. Yaz ayları planladığım üzere gitar almak için babamla konuşmak üzereydim. Hayalimde Bc Rich yatmakta, yanındanda 500TL akıp gitmekteydi. Bir akşam yemeğinde babamın sinirli şekilde gitar işini reddetmesi bana çok koymuş hemen akşamında da Hakan`nın biz yarın gidip gitarı alıyoruz demesine çok bozulmuştum hatta yatağımda ağlamıştım lan öyle üzülmüştüm. Ama gururlu bir gençtim o gitarı alacaktım o olmasa bile bir gitarım olacaktı. Aç kaldım, arkadaşlarımın tostlarını tırtıkladım, evden yemek getirdim, otobüse bindim ve bir buçuk ayın sonunda Washburn x5 gitarımı alabilmiştim. Artık gitarı olan bir deisttim. 

Ayberle birlikte ayetler ezberler içinde hata arardık. Biz bunları yaparken sınıfımdan bir kaç kişi bizi öldürmeye planlamaktayken o fikirden vazgeçip bizi müdüre şikayet etmişler. Bunun üzerine eve gelen annem yüzünde inanılmaz bir kırmızılıkla bağırmaya başladıktan sonra polislere telifle satabileceğimiz bir sorgulama tekniğine girişir;
Annem: Selamünaleyküm
mEta: Selam
A: Aleykümselam diyeceksin bana aleyküm selam diyeceksin, aleyküm de bana
m: tamam aleyküm selam
A: Allah var dimi oğlum
11. sınıfın başı itibariyle başlayan birlik ve beraberlik tadından yenmez 1,5 seneye doğru sürüklüyordu bizi. Okuldan kaçıp Börekçi Ali`de içtiğimiz nargileler dünyanın en kötüleri olsada ortam dönen muhabbet paha biçilemezdi. Ekomar`dan abur cubur alıp öğle aralarını geçirdiğimiz parklar tam bir lise ortamı oluştursada herkes için eğlenceliydi. Güzel bir yıl olmuştu vesselam
Yine bir öğle arası o zaman ki adı Akdeniz AVM olan mekanın önünde yeşilliklere serilmiş oturmaktayız. Güneş yumurtalarımızı pişirecek kıvamda. Tabiki cebimizdekileri. Kamyon kamyon gelen karpuzlardan birini satın aldıktan sonra lise hayatımızın klişelerinden biri gelmek üzereydi. Karpuzumuzun ilk ısırığını alan Özer`in "Biz çok çılgınız ya" diyip ağzındakileri gülerken düşürmesi ardından yüzlerce metre gülerek okula ulaşmıştık. Ağzından çıkan çekirdekleri hala çok net şekilde hatırlıyorum. 

12. sınıfa geldiğimizde ise 1.250.000TL`ye yaptırılan okulumuz açılmış ve herkes elinde test kitaplarıyla abilerinden gördüklerini tekrar etmek için can atmaktaydı. Sivil havacıdan tutun, Galatasaray Hukuk`a kadar geniş ve yüksek puanlı okullar hayallerimizdi. Hayat ilerlemeye devam ettikçe kimse istediği bölümü kazanamayacağını anladığında sınıfımızdan bir sürü polis memuru türedi. 
Okulun başlarında herkes rahat ve sivilcesiz yüzlere sahipti. Yerler Arnut kaldırımlarının arasına sıkıştırılmak için gelişi güzel atılmış kumlarla kaplı ve olabildiğince sıkacaktı. Artık okulun en büyüğüydük ve elimizde kocaman bir otorite olmalıydı. İlk tenefüste çay alma geleneğimiz ilk günden başlamışken, küçük sınıflarada takılmayı adet haline getirmiştik. yine bir sıcak sonbahar günü okulun rüzgar alan ve gölge kısmında bir grup sınıfdaş otururken elimizdeki çaylardan birine top gelmesiyle gücümüzü açığa çıkarma vakti gelmişti, sevgili Pokemon seveler. Emre Can`ın voleybol oynayanlara atar yapmasıyla herşeyin biteceğini düşünürken ardından gelen topun çaylardan birini dökmesi bizi iyice kızdırmıştı. Hele ki üçüncü topun gelip Selen nin elindeki çayın dökülmesiyle aramızdaki Psyduck(Saydek diyede bilinir) ortaya çıkmış ve sikerim sizin topunuzu demesiyle ortamdaki soğuk rüzgarlar kahkahaya karışmıştı. Ardından topu almamla başlayan otorite inşamız, çatı yapmamızla tamamlanmıştı. Artık okulda faşist bir yönetim kurabilir, hatta ve hatta haraç bile kesebilirdik. Neyseki iyi insanlarız yapmadık öyle bişey. 
Senin en önemli olayıysa Şirince gezisiydi;
Ders çalışacağımız yerde bütün gün gezdik delicesine. 07.00 sularında kardeşimin; "ana, ana,anne,anne,mom,mom,mami" sesiyle uyanmanın verdiği sinirle uyanıp bilgisayarı açıp her zaman uğradığım sitelere göz attım, sonrada Medieval 2: Total War açıp Portekiz ile bütün Endülüs yarım adasının kontrolunu ele geçirdiğim sıralarda hareket saatinin yaklaştığını farkedip bir hışımla gazete bayinden gazetemi alıp durakta beni bekleyen arkadaşla buluşup okula doğru yol aldık.

Yaşça büyük olmanın verdiği güçle aracın birini kapatıp en arka koltukta bulmacası için aldığım gazeteyi açmayı dört gözle beklerken, yerime oturduktan sonra bulmaca ekinin sınıfta kaldığı farkedip küçük bir şok, geçici bilinç kaybıda diyebiliriz, geçirdikten sonra 4 farklı makra ve model telefondan aynı müziği aynı anda çabaları arasında yolun büyük bir kısmını geçtik. İlk durakta 4 liraya gözleme yiyip, 1 lirayada çay içtikten sonra büyük bir acıyla Efes harabelerinin gişelerindeydik. Ekşici rehberin turnike yerine checkpoint, kule kelimesini bulamayıp tower deme çabaları arasında ana gruptan kopup tarihteki ilk dövemecinin önünde (komik felan değil ama benide böyle kabul edin);

Seli`nin tarihi taşlar üstünde sigarasını söndürmesini beklerken, rehberden bıkan bir diğer grupla birlikte umumi tuvaleti, genel evi, çamur içindeki mozaikleri, tiyatronun arka kısımlarını, kütüphanenin girilmez bölümündeki ot dolu odaları görüdükten sonra tarihin ilk reklamını görmek için bütün lise tayfası olarak can atıyorduk. Genel eve giriş için yapılan reklam; 18 yaşına girmiş birinin ayak boyutunun silüetini ve önünde giriş parasını koymak için koyulan küçük çukuru gördükten ve bir başka rehberin "parayı koy balı ye" gibisinden kurduğu cümleden sonra daha büyük tiyatroyu, efes jandarma komutanlığının mızrak ve ok kullandığını söyleyip gülüşmemizden sonra çıkış gişelerinin önünde ana grubu beklemeye başlamamızla sonlandı yolculuğumuz. Grubu beklerken sıkılan kızlar yola oturup fotoğraf çekinmeye çalışırken, yanımdakilerle birlikte bizimde onlar otururken zıplayıp poz verme çabalarımız turistlere garip gelmiş olacakki bilindik atasözlerini söylediler; "what the fuck". O anki durumumuzu özetlediler.



Meryemana`nın evini görüp, mumuzu dikip, dilek çeşmesinden suyu içip, şaman inancı olan bir yerlere çaput bağlayıp dilek tutma inancının Hristiyanlığın göbeğinde ne aradığını sorgulayıp, Güney Afrika`dan ziyarete gelen siyahi arkadaşların kendilerine sike sike kabul ettirilen bir dinin vecibelerini yerine getirmek için bu kadar yol gelmelerine acıyarak baktıktan sonra servisimizin yanında turun ikinci ayağını tamamlamak üzereydik. Arabanın arkasındaki duvardan ötesinin mükemmel bir manzaraya sahip olmasını verdiği hırsla, %30 gibi bir eğime sahip olan yokuştan inmeye çalışan arkadaşların vazgeçip geri dönmesiyle inmeye çalıştıkları yerin sol tarafındaki mesire yeri masalarını görmemden sonra Seliyle birlikte koşturup merdivenlerden inip bilmem kaç yılından kalma duvardan atladıktan sonra; zaferimizi manzaranın göbeğinde fotoğraf çektirerek kutladık.


Bir sonraki durak; sınırsız yiyebileceğimiz açık büfe. Yine araba seçiminde, efes harabelerine girişte, Meryemana`nın evine girişte olduğu gibi yine en önde gidip yemeğimizi (en sevdiğim şey; karnı yarık, pilav) aldık. Açık büfenin sınırsız olmasından kaynaklanan hayvanlıktan sonra tesisin biraz ötesinde sigaralarımızı içerken bizim yarıla yarıla güldüğümüz bir olay aynen söyle gerçekleşti;

mEta: Ayber nerde kaldı masadaydı en son
Şakir: Çıkarken gördüm birşeyler deniyodu
5 Dakika sonra...
Ayber: Biz birşey aldık
Koro: Ne aldınız
Ayber: Kauçuktan yapılır
Koro: Ne ki
Ayber (cebinden kutuyu çıkartarak): Anti-m marka condom
mEta: Ayber bunu mu deniyodu lan az önce
Koro: Lan ahsudhausdhasdfasd
Emre: Giydikten sonra çıkıp aynada baksaydın
Koro: ushduaysduasghd
Doğukan: Sakız kutusu değil miydi lan o?
Koro: yusghdasgdasd

Recep İvedik 3 izleyerek o an bilmediğimiz ama son surağımız olacak Şirincedeyiz. Seli`nin daha önce gelip sarhoş olmasından kaynaklanan tecrübesiyle envai çeşit şarabı deniyebileceğimiz sarap reyonlarının en iyisine oturduk. Ödüllü üzüm şarabı(tavsiye edilir), karadut şarabı, böğürtlen şarabı, mandalin şarabı(tavsiye edilir), şeftali şarabı ve içinde bilimum baharatın olduğu sıcak şarabı küçük kadehlerde denedikten sonra; Hakan şarhoş olup garip garip hareketlerle bizi eğlendirirken, ortalama soğuk havada dışarı çıkıp kadehte sıcak şarabımızla sigarımızı bir güzel içtik. O sırada bizi takip eden 70 kişilik kafilede bizim oturduğumuz mekana geldi ve bugün yaklaşık 300 lira bıraktık mekana. Tabi bu başarının mimari Seli ne olduğunu tam anlayamadığımız birşeyle ödüllendirildi. Nargile içecek mekan ararken vurduk kendimizi Şirince`nin dağlarına.

Efes`te çekim yaptıkları sırada Basın Yayın okuduğu varsaydığımız elemanların aslında; Fatih Türkmenoğlu`nun hazırladığı Sahil Günlüğü programının kameramanları olduğunu anlayacında mala bağlayan adama atfen; kameranın önüne burda ne oluyor diye atlamak gelsede içimizden sonradan çok keşke dedik yapmadığımız için.

Sonra yuvarlanarak en aşağı inip, içtikleri eşantiyon içkilerle sarhoş taklidi yapan liselierin arasında eve döndük. Güzel gündü vesselam.

Tüm bunlarla birlikte birde Celal Fedai hayatımıza girmişti;

"ŞİİRİ SAVUNAN YAZAR Türk edebiyatında şiirleri ve şiir üzerine yazıları ile dikkat çekmiş bir yazar Celal Fedai (38). Ali Ural'la şiir dergisi Merdiven'i çıkardı. İzmir'in Menderes ilçesinde edebiyat öğretmenliği yapıyor. 'Parmak ile Boyanmış' kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği 2005 Şiir Ödülü'nün sahibi."

Kendileri böyle önemli bir edebi başarıya sahipken, müdürün kaleminin sekmesi üzerine derslerime girdiği için tarifi imkansız mutluluklar içerisindeyim. Görüp görebileceğiniz en iyi öğretmen oscar`ı ilk dersinden tarafımca alkışlarla verilmiştir Celal Hocaya. 

Bir kısım liselinin gönlünü, Dinar Yolunda Devrilen Ford`un Şoför Ahmet İçin Yaktığı Ağıt - Can Yücel şiirini tahtaya öğrencisine yazdırırken;

Kız öğrenci: Hocam burda -okuduğum ama emin olamadığım- ne yazıyor?
Celal Fedai: İttin ursuzdun orospu çocuğuydun
Ö: Peki
Sınıf(Şaşkın): Lan.... Nıhahahhahahahaha

muhabbetinden sonra kazansada, benim için derse girdiğinden o yana kahramandı. Dış dünyada Muallim Naci`lik -benim bulduğum bir sıfat- yaptığından ötürü diğer yazarlardan fazla arkadaşı olmadığını, pek konuşmayı sevmediğinide söylesede, derste döktürüyor. Mesnevi- Mevlana tarzı anlatımıyla konudan konuya anlatıp öyle bir yakalıyorki sizi; haftanın 37 ders saati dinleyebilirsiniz. Sınav derdine fazla kapılmayıp;Yahya Kemal`in, Nazım Hikmet`in annesini götürme hikayesini dinleyebiliyoruz yada İlhan Berk`in Bodrum`daki evinin arka bahçesine yaptırdığı çalışma odasında kitap ayracı olarak tanıştığı güzel kadınların resimlerini kullandığını(Az önceki bilgiyi başka bir yerde bulamazsınız not alın).

Dedesinin etkisi çok büyük Celal Fedai`nin üzerinde. Ona verdiği dinsel ve kültürel eğitim şu an ki Celal Fedai`nin temellerini, sağlam temellerini, atmış. Celal hocayı sevmemin bir diğer nedeni ise; dedesiyle başlayan kendini geliştirme süreci sonunda yakaladığı bakış açısı, düşünme şekli. Zaman zaman farklı düşünsekte, kendileri gördüğüm en iyi öğretmen.



Böylece geçip giderken yeni bir yıl kep törenimizi göstermişti takvimler. O an için benim için hiç birşey ifade etmesede liseyle ilişiğimizin kesilmesi sonradan sonraya çok koyacaktı. Hele ki Selenle ayrılmak neredeyse ağlatacaktı. Oldukça olaylı geçen kep töreni provalarından sonra ben gayet sıkıcı geçeçek bir gün için yine kendimi hazırlamıştım. Evde rahat rahat çayımı yudumlarken, sessizlikte sigara mı içsem diye düşünüyordum. Sessizlik mesaj sesiyle bozuldu. Hemen Menderese gelmemi emreden mesajları takmamayı kafamdan geçirsemde yinede kıramadım Seleni 2,5 saat önceden Menderese ulaşabilmiştim. Onların gelmemesini fırsat bilerek çiğ köfte bile yiyebilmiştim. Selen, Ceyda, Özge ve Tarık`ın beklediği kuaförün önüne geldiğimde herkeste garip bir heyecan vardı. Özge`yi aylar sonra tekrar görmüştüm. Tarık ve Selen`i ise bir gün önce görmüştüm çok sık görüşüyorduk o sıralar. Kızlar saçlarını yaptırırken Tarıkla gülüp eğlendik zaman geçirdik. Saat 19.00 sularına geldiğinde ise törenin düzenleneceği mekana doğru yürümeye başlamıştık. Yanımızdaki insabların sayısı ise gittikçe artmaktaydı. Anfinin önünde bir süre bekledikten sonra fotoğraf makinasını Özge`ye verip kepimi giydim. Hiç matah bir şey değil içi sıcak falan sevmedim. Bir sürü angarya işi gerçekleştirdikten sonra  törenin sonlarına gelmiştik. Sahnede durup sinevizyondan resimlerimizi gördüğümüz sırada Selen`den ayrılacak olmak çok koymuştu bana. Tüm hayatımı değiştirip bir daha konuşmayacak durumda kalırsak bu hayata değişik küfürler ederim. Tören bitip annem ve babamla fotoğraf çekindikten sonra eve dönmeye hazırlansamda Selen`nin yüzündeki ağzına sıçarım ifadesini görüp, akşam Gümüldürde kalmak için izni koparmıştım.



Selen`nin annesiyle birlikte önce bir kokoreçci de 0.75 ekmek kokoreç yedikten sonra Denizatı adlı hotelin sahilinde 16 biramızla birlikte yerimizi alabilmiştik. Yan yana çektiğimiz Şezlonglara uzandıktan sonra bira ve sigara ikilisi hayatımızı renklendiren yegane şeylerdi. Özgeyle birbirimize anlatacağımız bir sürü şey varmış konuştuk ettik falan saat kaç oldu bilmiyorum. Biralar ise sidik gibi olmuştu o sıra; kumsala gömmek bile işe yaramadı ama ben 1 tane sıcak bira içtip sonra midemi bozduktan sonra üstüne uzun bir süre aç kalıp kahveyide içince durum iyice çekilmez bir hal alacaktı. Saat kaçtı bilmiyorum ben bir süre uyudum sonra uyudum sonra Kaan sarhoş olup yanımza gelmişti sonra ben yine uyudum derken sabahı bulduk. Yorucu bir gün olsada; Özgeyle biz yine eğlenmiştik.



Son olarakta hepinizi çok sevdim lan. Yine olsun yine okurum aynı okulu aynı insanlarla. Kendinize iyi bakın bundan sonra kendi doğrularınızın peşinde koşun, boyun eğmeyin, kendinizi kullandırmayın, tebliğ yapacam diye hapse düşmeyin, ekonomik tetikçi olamazsanız canını sıkmayın, ekonomi okuyup işsiz kalmayın, öğretmen olduktan sonrada arayıp sorun falan.

Hayaldi gerçek oldu


03.06.2011 - 09 Mayısın üzerinden neredeyse 1 ay geçmiş -bana öyle gelmese de-. Hava gayet sıcak ve tozlu, bu inşaatlar yüzünden Texsas`tayız sanki anasını satıyım. Saat 17.00 suları evden çıkmak için gayet güzel bir saat, Emre içinse olabildiğince geç. Bazen hayatta küçük şeyler size çok koyar, içinde 7 lira olan kentkarta 5 lira daha yüklemek; çocuk acısı gibiydi. Durağın gölge ve rüzgar alan kısmında beklemeye başladım. Önümde 10 yaşlarına ama kendini 18 yaşında hisseden bir kız çocuğu ve kızının yaşlılık hali bir anne benimle aynı otobüsü beklemekteler. Arkamdaki kuyumcudan sucuk kokuları gelirken, şakirt öğrenciler durağı sarar  peşi sıra gelen çocuk zırıltılarıyla. Saat 17.08. Cübbesi ve kepiyle uyumlu olmak için mavi ve mini bir elbise giymiş bir kız sevgilisiyle durağa gelmekte. O halde otobüse binme cesaretini kutlayarak mesaj gelen telefonuma bakıyorum. Emre, benden daha heyecanlı mesajlar atmakta ardı ardına. Benim tek derdim ise fazla fazla sıktığım parfüm. Saat 15.18. Otobüs uzaktan görünmüş, gayet mutluyum, bildiğin çocuklar gibi sevinçliyim. Kentkartı dıtlattığım sırada şoför bana bakıp gülümsüyor, sanırsam yüzüme de ki otobüs geldi mutluluğunu gördü.

6 yıldır İzmir`de yaşayıp Camii durağını bilmemem benim için başlı başına hatayken, otobüsün gidiş yönüne ters oturmam tam bir eziyet olacak yol boyunca, ilk belirtilerini başlardan gösterdiği gibi. Spotçuların önünden geçerken, boncuk boncuk hatta bilye bilye terliyorum. Neyse ki GPS sistemindeki hanım abla durakların ismini yüksek sesle söylüyor, yoksa Kıbrıs Şehitlerini bulmam imkansız. Daha önceden gelen talimatla caddenin girişinden biraz ilerde bekleyip bir sigara yakıyorum.

Emre: Kız gelmiştir çoktan
mEta: Gelmemiş
Emre: Nerede ki
mEta: Gelir elbet(tarzı bişeyler)
mEta(iç ses): Mesajda atmıyo burada ekilirsem ameliyat olur "Gay Bedenler Kulübünde" takılırım artık

Önünde beklediğim tatlı ve benzeri malzemeler satan tükanın içindeki iki kızın öküzleme beni kestiği anlarda miyopluğun verdiği körlükle birini Beste`ye benzetip, günün şakasını yapıyor galiba hiç komik değil dememle  gelen mesajın ardından orada bulduğum cafelerden birine yalnız oturup biramı içmeye başlıyorum. Hayatımın belli bir süredir en sinirli dakikalarını yaşamaktayım. Bir sigara, ötekisi, ardından bir tane daha. Emre yine benden daha sinirli, garson beni kesmekte, biram bitsin eve dönmeyi planlamaktayım, bira bitmek üzere, o kadar yol geldim 10 dakika göreydim bari, garson beni sevmedi, hayatımda ebeveynlerim haricinde kimseye atar yapmadım lan ben, adam gibi okkalı cümleler bulmam lazım Kurtlar Vadisi tadında, sallanmayan bir masaya oturmalıydım burası deli etti beni, annemi özledim, çok yalnızım lan şu an yalnızlıktan ölücem sandım. Saat 18 belkide 19 olmuş British Culture`a gel mesajının geliği sıralarda. Kıbrıs Şehitlerini zor buldum British Culture`ı nasıl bulacam.

mEta(tam bir ingiliz aksanıyla): Abi burada Britiş Kalçağğrr varmış nerede o
Midyeci(bir gözünü aşağı üşürmek suretiyle anlamadım yiğen bakışı)
mEta: İngilizce kursu abi
Midyeci: Midye veriyim mi?
mEta: Kolay gelsin abi

Tam olarak saydım ki söylüyorum; 10 adım daha atıp binanın önüne gelmeyi başardım. 3. kattayım, yaklaşık 1 aydır beklediğim görüntü merdivenlerden inmekte. Sözü gereği sıkı sıkı sarıldı, bende sarıldım. Kantine oturduk. Saat 19`u biraz geçiyor o sıra. Benim olduğum yerde muhabbet sürekli sürer şayet ki sıkılmadıysam. Bir birimize anlatacağımız şeyler vardı. Özetle; bir sürü tesadüfler silsilesi.

Bilgi yarışmasına nasıl geldiklerini anlattığı sırada o kantinde oturduğuma inanamıyorum, kız canlı canlı karşımda oturuyor gülüyor falan çok garipsedim başta. Ağzım kurumuş cola alacaktım kalkıp gidesim gelmedi. Bıraksalar uçar mıydım? Uçamazdım ama denerdim. Cüzdanımdan yüzüğü çıkardım. Evet artık evlenme teklifi vak... Yarışmada parmağımdan çıkmayan o malum yüzük. Umarım uzun süre saklar gerçi bayada yakıştı.

Sude`yi bile gördüm dün. Kendisi çok tanıdık geldi yani uzun süre görüşeceğiz umarım sıkıldığım anlara denk gelmezsin Sude, denk gelirsen de başka şeylerle ilgilen ritim falan tut. Onların gitmesinin ardından muhabbetin en can alıcı yeri gelir artık.

- Aramızdakinin adını koyalım mı artık?
- Bende onu diyecektim
- Şimdi klişeler var gak guk çıkmak falan salak kelimeler ebe ebe
- Bence de ama şimdi şöyle ki aslında öyle değil ama olabilir de bence neden olmasın
- Burayı skipleyelim artık

Benim sigara içme gereksinimin gelmesi nedeniyle ara sokaklardan birindeyiz. Anlattıklarımdan birine, capsleme fırsatı bile yakaladığım klasik şaşırma hareketlerinden biri yapıyor. Sırf tekrar görmek için o ifadeyi; annem beni tuvalete düşürmüş doğmadan, ben orada büyümüşüm babam ağzıma sıçmış bile diyebilirdim. Demedim. Tekrar 3. kata çıkıp gayet marjinal muhabbetler ettikten sonra saat 20.00 olmak üzereydi daha sıkı sarılıp ayrıldık.Hatta öyle sıkı sarıldık ki Beste`nin kafasında durmakta olan gözlük bile düştü.

Buda mutlu giden bir hikayenin gayet mutlu bitirebildiğim sonuydu. Yazmaya başlarken sürekli betimlemeler falan yapıp tam bir hikaye yazmak istemiştim ama benden bu kadarı çıkıyor.

Bir yerde hata yaptım sanırsam

Bazen yanlış yerde olduğunuzu düşünürsünüz, yanlış zamanda. Oturduğunuz meret götünüze küçük gelir, duvarlar sıkar koşmak istersiniz... Edebiyat sınavının 7. sorusunda takılıp kaldım dün. Game of Thrones`da ki çekim hatalarını, senaryodaki eksiklikleri düşündüm uzun uzun. 7 krallığın kralı yaralanıyor da neden bunun 1 saniyelik görüntüsü yok dizide arkadaş dedim kendi kendime. İç sesim sürekli kanka der çünkü bana.  Sonra iç sesim ve ben oturup bu konuyu konuştuk, ortak  ve kesin bir karara vardık; Basın Yayın falan okuman lazım kanka.

Halam Serisi v0.3




Dülülülülülüülü (bilmediğim bi numara arar)

mEta: Alo!
Bilmediğim numaradaki ses:Alo! Nasılsın?
mEta: İyiyimde tanıyamadım.
Halam: Naciye halan ben nasılsın?
m: İyi hala sen nasılsın

(buraya bilimum dersler nasıl gibi sorular eklenir)

H: Facebooktan ekledim seni kabul ettin mi?
m: Gelmedi bana bişey ama gelirse kabul ederim hala
H: Hadi görüşürüz

Kahve fincanının içindeki yazıyı gördükten sonra zaten gayet mutlu bir çocuktum halamda böyle yapınca kahkahalar attım. Sevgiler efenim.

Buda böyle bi anımdı




09.05.11 Pazartesi - Bir önceki gün gayet sakin ve nezih bir ortamda ders çalışırken yan masada kattle`ın yanında gri bir cisim dikkatimi çekti: üzerinde ejderhayı andıran Selçuklu motifleri olan yüzük. Geçtiğimiz 1 haftada yanımdaki iki arkadaşın aynı yüzüğü takmasının getirdiği istek ve hışımla yüzüğü gayet rahat sol el yüzük parmağıma taktım. Artık bende onların arasına girebilirdim, mutluydum. Mutluluktan yüzüğü bir ileri bir geri oynatırken çocuk acısı kıvamında bir şey farkettim; yüzük yerinden çıkmıyor. Durumu gayet sakin karşılayıp yavaşça sabun bulabileceğim bir yere gidip gayretle mereti yeriden çıkarmayı denesem de olmadı. üzüğü çıkarma çalışmalarıma ara verip 05.00 sularında devam ettim, daha sonra 07.00`de devamında 08.00`de, yine olmadı. Bunu bu denli önemsememin nedeni 9 Mayıs günü yani yüzüğü çıkarmaya çalıştığım gün İzmir Liselerarası Bilgi Yarışması Yarı Final`in yarışacak olmamdı. Milli eğitim standartlarında gitmem gereksede; saç, sakal ve yüzük gayet ofsayttı.

Usturuplu şekilde giyinip okulda yarışma saatini bekleyip, edebiyat öğretmenimizin arabasında salona ulaşabildik. Çeyrek finalden tecrübem olması dolayısıyla kameralara aşikardım gayt rahat çekimlerin başlamasını beklediğimiz sırada; bizim okuldan elemanların arkasında oturan TAKEV`li birkız dikkatimi çekti. Sanırsam bende onun dikkatini çekmişim(sonradan öğrendiğim kadarıyla). Hoş bir kız olmasının getirdiği heyecanla yarışmacı arkadaşlardan birine dönüp;

- mEta: Şu kız bana mı bakıyo lan?
-E: Hangi kız lan!
-m: Şurdaki keli(İzmir milli eğitim müdürü) görüyon mu
-E: Evet
-m:Onun arkasında Erkan oturuyo tam onun arkasında
-E: Yok olum orda kız falan

Yarışma boyunca sadece o kızdan bahsettiğimiz sıralarda politikacı taktiği uygulayıp ağzımı elimle kapamıştım. Ben ağzımı elimle kapayıp, E`ye kızın yerini tarif ederken kızda hissediyor muydu bilemiyorum öne eğilmek suretiyle Erkan`nın arkasına saklanıp görünmez olmayı başarabiliyordu. Bunlar yaşandıktan sonra yarışma heyecanlanmış öne geçmiştik önde olduğumuz veya Fen soruları çözdüğümüz sırada kıza dönüp bakma şansı yakalayabiliyordum ki döndüğümde ona baktığımız fark edip salonun tavanına, bakılacak herhangi bir şeyin olmadığı yerlere çeviriyordu gözlerini. Bayaaa hoşuma gitmişti bu durum. Yarışma bittiğinde ise bir soru farkla yenilip finale çıkma şansını kaybetmiştik.

10 saniye kadar duruma üzüldükten sonra sahneden inmek için merdivenlere yöneldim. Okuldan hocalarımız teselli için merdiven başında yüzlerinde;olsun seneye girersin sınava bakışıyla izi beklemekteydiler. Güzel yarıştınız cümlelerine teşekkürler dediğim sırada kızla burun burun gelmişiz. Garip bir adrenalin patlaması oldu, kalp atışlarım hızlandı, görüntü yavaşladı sonrada arkamı dönüp ne yapacağımı bilemedim. Yarıştığımız arkadaşları bekleyip salondan çıktığım sırada yine bizim okuldan Deniz yanıma gelip, çok güzel yarıştınız tebrikler gibi cümleler kurduğu sırada benim gözüm kızı aramaktaydı, ne diyeceğimi bilmeden. İzmir Ekonomi Üniversitesinin çıkışına geldiğimiz an Deniz hala bir şeyler anlatıyor bende dinliyormuş gibi yapıp çevremi süzmeye devam ediyordum. Çıkış kapısına gelmeden önceki krişin yanında aradığımı bulmuştum. Dönüp baktım. O zaten bana bakıyordu. Bu sahneleri düşünerek yanıma yarışmada kullandığımız kalem ve az kullanılmış a4 kağıdı almıştım, belki telefonunu falan alırım. Yapamadım yani cesaret bulamadım o an. Dışarıya çıktığımızda bir anlıkta olsa bana dönüktü, bildiğim bütün nefes egzersislerini düşündüğüm sırada hiçirini uygulamadan yanına gidip merhaba demeyi kararlaştıp, adımımı attım ki arkasını dönüp yürümeye başladı. O an içimdeki bütün sesler susmuş ve hep birlikte "Gitme!" diye bağırmışlardı. Gitti. Bizim okul grubunun içine karışıp arar göz servislere doğru yürüdüm. Hala bir umut çevreme bakınmaktaydım. 10 dakika kadar yılmadım hatta bir ara ir arkadaşın anına gidip;

-m: TAKEV`liler gitti mi lan
-Yasin: Napıcan lan
-m: Lazım
-Y: Bütün yarışma zaten kızlar arkamda seni konuştular
-m: Hııı

Sonradan farkettiğim üzere Yasin aradığım kızın tam önünde oturmakta ve bütün muhabbetlerini dinlemekteymiş. Akşam yanına gittiğimde anlatmaya başladı; Arkadamda, ortadaki çocuk(bendeniz) çok tatlıymış diye muhabbetler dönüyodu. Tuncay diye bir arkadaşı varmış ona benziyomuşsun. Sonra ben kıza baktım hoştu güzeldi. (ben o ara birşeyler derim) Ama akşam Emreler de kalacakmış. Bide Alex adı geçti. Son olarakta yanımda oturan sarışın TAKEV`li hoca parmağındaki yüzüğü sorup espri yaptı ortadaki çocuk(ki yine ben) çok tatlıymış dedi.

Yukarıdaki muhabbet sonra gayri ihtiyari TAKEV`den tanıdığın var mı diye sorunca olaylar alevlendi. 4 farklı arkadaşım aracılığıyla TAKEV`den tanıdığı olan insanlar bulup onlara olayı anlatıp TAKEV`de ki arkadaşlarına sordurmak suretiyle gayet yoğun bir çabayla kızı aramaya o gece başlamıştık.

Robot resim çizmedeki kabiliyetsizliğim nedeniyle tam tarif veremeyip ilk seferden elim boş döndüğümde buraya kadarmış deyip daha fazla aramamaya karar vermiştim. Ta ki Cumartesi günü gelene kadar. Cumartesi günü yarışma YENİ ASIR TV`de yayınlanacaktı. Gayet heyecanla beklerken o günü; internet sitelerinde Nasıl İzleyebiliriz? bölümünde belirttikleri; Uydu yayını, internet yayını ve D-Smart yayını çalışmamaktaydı. Arama çalışmalarımın sonuna geldiğimi düşünerek arkadaşlarımı arayıp hem kafam dağılsın hemde olaya konsantre olmayayım diye buluşma mekanını söylemiştim. Tam o sırada bir mesaj ile sarsıldım; Hakan Mutlu`da Yeni Asır varmış izliyormuş yarışmayı - Doğukan. Bir sevinçle Hakan`a ulaşıp olayı anlattım, sonrada kızın yerini tarif ederek fotoğraf çekebilirsen bana gönderirsin dedim ve dışarı çıktım. Hakan yarışmayı izlemeyi bırakmayı düşündüğü ve elini sürekli havada tutmaktan yorulduğu sırada beklediğimiz sahne gelmiş ve yazının başındaki fotoğrafı çekebilmiş. Kendisine bir daha teşekkürlerimi iletiyorum buradan.

Fotoğrafı yine belli kişilere göndererek sadece ismini öğrenmeye çalıştığım sırada son çare olarak yarışma esnasında adı geçen ve Özel TAKEV Anadolu ve Fen Lisesinde araştırmalarıma göre tek Emre`yi Facebok üzerinden ekledim. Onu eklemeden önce ise yaklaşık 300 farklı TAKEV öğrensicinin profillerine 5-6 tur tekrar tekrar bakarak umut fakirin ekmeği anlayışıyla aramaya devam ettim. Emre beni kabul ettikten sonra arkadaşlarına göz atmak hiç içimden gelmedi çünkü bütün TAKEV`e baktığımdan emindim. Şimdi karşıma gelseler hepsinin adını söyleyebilirim öyle idman yaptım bu sırada. Neyse ki buişte yalnız değilim Hasan, Emre`nin arkadaşlarına bakmak suretiyle aradığımız kızı bulmuş ve bir akşam vakti bana göndermiş.

Sabah gelen mesajı gördüğüm bir kaç tur evi turlayıp ne yapacağımı düşündüm ki hala düşünmekteyim neyseki hayat daha uzun ve güzel

Bir hediyenin hazin hikayesi



Doğum günü 17 Mayıs olan shit out of me`nin doğum gününü kutlamak üzere 2 gün sonra bir tuval almak suretiyle hazırlıklara başlamıştık. Birgün sonra Ogun`un evinin müsait olması sebebiyle asıl hazırlıklara 20 Mayıs günü başlayacaktık. Bugünek kadar shit ile iletişime geçmeyerek kendimizce çok eğleniyorduk. 20 Mayıs günü öğle vakitlerine geldiğimizde guaj boya takımızı alarak Ogunlerin salonuna oturduk. Işın kılıcı, üzerine resimler yapıştırdığımız motor kaskı ve kızıl ferili kaskından sonra gelen yaratıcı fikrimiz resim yapmaktı anladığınız üzere. Fikir güzeldi ama küçük bir sorun vardı; hiçbirimiz resim derslerini tam dinlememiştik. Temel çizim derslerinden aldığımız şekilleri uygulayarak, ne çizdiğim önemli değil zaten çizmemiz önemli diyerek kendimizi gayet güzel avutabiliyorduk.

Anarşi işaretini, imzamı ve hediye paketimi gayet güzel çizemeniştim. Ama çokta önemli değildi benim için, boyu değil işlevi mantığı. Daha sonrasında Ogun kendi bölmesine uğur böceği çizmeyi planlayıp hazırlıklara girişti.







Son olarakkta Hasan kendi kafasına birşeyler yaparak garip ama güzel hediyeyi bitirdik gibi son kareyi dolduracak arkadaş geldiğinde ise hediye tamamlanıp rakı masasına oturulunacak.

Fikir güzeldide sonucu berbat oldu - Hasan

Sansüre karşı yürüdük panpa



Körfez dershanelerinden çıkıp, sansüre karşı yürüyecek olmam başlı başına tezatken, üstüne birde hocalardan başlayıp anneme kadar süren bir yalan fırtınası yaratmam bok gibi bir günün habercisi gibiydi. Bozuk kentkart yükleyiciden umudu kesip yaklaşık 500 metre yürüdük yolda kalmamak için, maratonun başlangıcıymış. Gelen 90 nolu otobüse bindik; meşhur buluşma noktası Sevinç Pastahanesinin yerini bilmeden. 6 yıldır İzmir`de yaşıyor olmama rağmen hala oraya nasıl gidileceğinden bir haberdim, sadece ben olsam gene iyi Hasan`da bir habermiş. Neyseki otobüsteki yürüyüşçü tipli elemanları izleyerek yolu bulduk.

Yürüyen grup 1.000 kişiden fazlaydı belki 2.000 bu kadarını bekleyen yoktur herhalde incisözlükten tutun 70 yaşındaki teyzelere kadar herkes vardı. İzmir kolektif bir birliktelik içindeydi sevgili çekiç orak severler. Grubun arkasında dahil olduğumuz yürüyüş grubun geri dönmesiyle aşa geçmemize neden oldu. Başa geçtikten sonra sloganlar;

- Sansürsüz Türkiye, AKP`siz Türkiye
- Bu modem internete girmeyecekte nereye girecek

şeklinde devam ederken ciddi bir olayın içinde olsakta gayet eğlenmekteydik, özelliklede pankartlar kahkaha attırır cinstendi. Grupla birlikte Gündoğdu meydanına çıktığımızda hiçbir şey duyamamızdan ileri gelen bir can sıkıntısı oluşsa da topluluk dağıldıktan sonra incisözlükten elemanlarla baya eğlendik.

- Sansüre hayır, dedelere özgürlük
- Kaç yapar?
 40 yapar

Daha aklıma gelmeyen bir sürü slogan ve pankartın içinde gayet eğlenceli bir gündü ama şu an itibariyle Seli`nin attığı mesajlara klavyeyi yumrukluyarak sinirleniyorum.

soL.org.tr`ye poz bile vermişim(soldaki Yolla Panpa)

Hasta halime bir hal geldi

(Videonun isminin böyle olmamasını arzu ederdim.)

Behza t Ç`nin yeni bölümünü izlerken yukardaki kesitinde bana bir hal geldi. Dışarı çıkıp önüme ilk çıkan dişiye delicesine aşık olmak istedim. Sonra vazgeçtim. Daha sonra kendime hak verdim dışarı çıkmak üzereydim ki tekrar vazgeçtim.  Mr. Nobody`nin kalan kısmını izlerken birden kendimi dışarda buldum. Kararlıydım, kararlaştırdığım şeyi yapmayada oturduğum mühiti istatiksel olarak gözden geçirdikten sonra eve geri dönmeye karar verdim.

En sonunda 3 haftadır beraber yaşadığım elemanlardan birine küfretmeye başladım. Inception`da hissettim kendimi. Adamın, beraber yaşanayan 5 liselinin üçüne kız ayarlama çabası içerisinde sarf ettiği 2 cümlesine kendimi sevgi fakiri hissetmiştim. Bu kız ayarlama işinde nedense beni es geçmiş olsun artık önemli değil, bna gelen hali atlatmayı başardım. Yine eskisi kadar huzurluyum.

Yaşamak isterim



Bazen yaşamak isterim. Delicesine yaşamak. Chopperıma, arabama, bunları geçtim önüme ilk çıkan trene atlayıp gitmek, çok uzaklara gitmek isterim. Sonra yürümeye devam ederim, trende tanıştığım garip insanların hayalleriyle. Sistemin içinde sistemden kopmak fikriyle bir sigara yakarım. Sonra sigara içmeyi bırakırım, ilk nefesten sonra yere atar; yanışını, ateşe boyun eğişini izlerim. Kalan yarısını alırım yerden, trendeki adam içmeye devam eder. Dumanların içinden, kovulduğu işini, boşandığı karısını, cebindeki 50 kuruşunu anlatır. Elimdeki sigara ölmemek için haykırır. Bense yaşamak için.

O sıralar çoktan Kipa Express köşesini dönmüşümdür. Her seferinde olduğu gibi bu seferde kapitalist düzene ağzı alınmayacak sözler söyleyip yoluma devam ederken, düzenin tam göbeğindeyimdir. Marx`a  hak veririm, sonra Marx`a söverim. Sonra aklıma Jacque Fresco gelir; kel kafası, benekli yaşlı elleri, birşeyler bildiği kapanışından belli olan gözleri... Onun Venüs Project`ine söverim, bunak herif.


Sigara şirketine giden son nefes dudağımı yada elimi yakar hep. Trendeki adam ağlamaya başlar. Hüngür hüngür. Sonra trenden atar beni biletçi binecek cesaretim yokmuş. O sıra dershanenin kapısı açılır köleliğime. Dağa çıkmak, dağa çıkmak isterim trendeki adamla birlikte. Derince çektiğim bir nefes ve puuuooofff. 


Bir dağ evim olsa, önünde hayalini kurduğum Harley, içinde okumak istediğim tüm kitaplar, aç kalmamak için 2 inek, 3-4 tavuk, temiz hava, alabildiğine yeşil bir bahçe, sonbahar yaprakları, soba üstündeki kestaneler, buruştulup atılmış kağıtlar, rahat alınan nefesler, kurtulmuşluk hissi, cebimden alınamayan paranın hafifliği, kuş sesi lan bildiğin kuş sesi...


Ve dannnnkkkk.


Shit out of me: Jazz festivali var gidek mi hacit?
Selen: Sen nereye gidiyon bakim?
Ogun: Yılmaz Özdil`in imza günü varmış gidek mi?
Hasan`a: Wacken`a ne zaman gidiyoruz?


Sorular uyandırır beni. Yoksa sorular olmasa kim engelleyebilir ki beni ?