Yazıyom ben ya



Blogumu boşladığım şu günlerde yan gelip yattığımı, kaba etimi semirttiğimi düşünmeyin sevgili blog severler, yazıyom ben ya.

E-dergileri mesken tutumuş durumdayım. Önümüzdeki günlerde 3. sayısını çıkartacak metal müzik dergisi Kara Kalem`de yazı faaliyetlerime devam ediyorum. Dergi için yazdığım yazıların haricinde birde http://www.karakalemfanzin.com/ yazılar yazıp yayınlıyorum. Dersler elimi kolumu bağladığı için aktif olmak istediğim kadar aktif olamasamda bir şeyler yapıyorum. Biz bu adamı seviyoruz diyosanız http://dergi.popculardisari.com adresinden dergiyi takip edebilirsiniz.

Kara Kalem`in yayında, az önce ilk sayısı yayınlanan Türkiye`nin ilk e-spor temalı e-dergisi içinde yazmaya başladım. Orada hobim diyebileceğim e-sporla ilgili yazılar yazıyorum, sanırsam beğeniliyorum da. Bunuda merak ettik diyenler için; http://gamerlopedia.roll.tv/h7-ocak

Gördüğünüz gibi boş durmuyorum. Özleyin beni arada gelicem.

Sadece tanık oluyoruz



Orhan Kemal`in sanat anlayışını anlatırken 1969`da dediği gibi; çoğu şeye sadece tanık oluyoruz. Dünya ısınıyor, savaşlar çıkıyor, açlıkla mücadele eden insanların sayısı milyonları bulmuş, hergün sokakta onlarca hayvan eziyet edilerek öldürülüyor, çocuk istismarcıları hapse girmeden yırtıyor, demokrasi adı altında insanlar uyutuluyor ve daha bir sürü boktan şey tam burnumuzun ucunda gerçekleşip duruyor. Sense sadece oturmuş bunlara üzülüyor gibi yapıyorsun. Sıcak odanda ya kafana kadar paraya gömülüsün, bunlar umrunda olmuyor yada kafana kadar dertle uğraştırılıyorsun.

Tüm bunları görüp dün akşam haberlerde izleyip küfrettiğin bir konu için ne yaptın? Gürsel Tekin`nin seninle birlikte bütün ülkeyi kurtaracağını mı düşündün? O zaman yanılmışsın. Bu ülkede hep Gürsel Tekinlerin istediği oldu. Oy vererek asla senin fikrin temsil edilmedi; ordan burdan gelen toprak ağalarının istediği yasalar geçti. Senide oy verme oyunuyla kandırdılar, yine yeniden bunlara tanık oldun ve yine kafana takılan bir sorun için hiçbirşey yapamadın.

Benim ilk soruya cevabımsa daha içler acısı; üniversiteye giriş sınavlarına çalıştım. Tam 18 yıldır beni bu sınavlar için uyuttular, hiçbirşey için hiçbirşey düşünmemeye zorladılar. Sonunda ne oldu; apaçiler, emolar, her gün barlarda sızan tikyler peydahlandı.  On milyonlarca genç sınava hazırlama adı altında salaklaştırılırken, bazı kişiler bazı yerlerde bazı isteklerini hiç zorlanmadan gerçekleştirdiler. Yine kendi ülkenin sömürülmesine tanık oldun.

Sıcak odanda oturmaya devam edersen tanık olmaya devam edeceksin; çünkü böyle yetiştirildin. Önümüzdeki yazıda görüşürüz, şimdi test çözmeye dönmeliyim.


Kendimi aciz hissediyorum

Son günlerde kendimi; çirkin, yeteneksiz, işe yaramaz biri hissediyorum. Aslına bakarsanız 3 başlık içinde giderim var.

Arkadaş olarak sevilmemden sonra çirkin herifin teki olduğum tastiklenmiş oldu. Bütün özgüvenimi kaybettim o olaydan sonra, aynaya bakıp; o kadarda çirkin miyim, der oldum. Sonra kendim cevapladım; çirkinim.

Yaptığım işlerin hiç birinde iyi olamadım. Gitar aldım; tamamını çaldığım şarkı sayısı 3`ü geçmez. E-spor`a bulaştım; orta seviyeli takımlardan yukarı çıkamadım. Blog yazdım; kendinizde görebilirsiniz durumunu. Müzik grubu kurdum; 2 kere toplanıp dağıldık. Bıçakla ekmek kesiyim dedim, onu bile beceremedim.


4 yılımı verdiğim takımında dağılmak zere olması bunların üstüne tuz biber oldu. Toptan moralim bok gibi. Bunları okuduktan sonra birilerinin gelip; şöyle güzelsin mEta, böyle iyisin mEta demesine hiç gerek yok. Sanırım buna gerçeklerle yüzleşme diyorlar yada deprasyon o olmadı ergenlik. Ne derseniz deyin kendimibir süre daha böyle hissetmeye devam edeceğim.

Bir gün bir bot aldım ve bütün hayatımı değişti


Bir çift bot bütün hayatınızı değiştirebilir mi? Benimkini değiştirdi.

2006`nın kış aylarındaydık. İzmir'in kışı o zamanlar fazla üşütmezdi. Yinede tedbir olsun diye ebeveynlerimle bot almaya gidip, karşımıza çıkan ilk mağazadaki ayağıma ilk uyan botu aldık. O zamanlarda alış-veriş yapmayı sevmezdim.

Yeni arkadaş ortamı yapma adına verdiğim savaş çok çetindi. Herkes takılacak yeni elemanlar ararken, en popüler olmanında çabası içindeydi. Bende sınıfın en sivrilenleri arasında yerimi almış, Marilyn Manson dinleyerek hayatımı geçirmekteydim. Hafta sonu tatilinden sonra botlarımı giyip bu grubun yanına gittiğimde fark ettirdiler ki; botun topukları oldukça büyük. Alaydır bu edilir dedim sustum. Ama onlar susmadı; saatler boyu iki tane topuktan bahsettiler. Halada haz etmem bir şeye takılıp kalınılmasından. Bu kadar uzun sürerse de deliririm. Günün sonunda arkadaş grubumdan ayrılmak tek düşünebildiğim şey idi. Ayrıldım. Yeni bot almamla başlayan olaylar silsilesinin, bundan böyle Doğukan'la takılma kararı vermemle bütün hayatımı değiştireceğinin farkında değildim.

Doğukan; şu an pek oynamasa o yıllarda tam bir online bilgisayar oyunu hastasıydı. Bana da bulaştırdı. Call of Duty 2 oynamaya başladık – asıl ben oynamaya başladım kendileri 2 yıl kadar oynamışlar ogüne gelene kadar-. COD2 sonrasında COD4 derken 1 yıl kadar geçti. Call of Duty 4`ün en iyi oyunculardan biri olunca Türkiye'nin en iyilerinden X-Factor, kendileri ile oynaması için Doğukan'ı nam-ı diğer Headshot`ı takıma çağırdı. O da benden habersiz mEta`da benimle gelsin menajerlik falan yapar demiş. Elinde iyi kart olursa her zaman istediklerin olur. Bu şekilde kabul edildik. Takımın sitesinde haberler yazdım çeviriler yapıp, oyun organizasyonu olmasından ötürü başka oyun türlerinden yeni takımlar buldum, turnuvalar düzenledik, incelemeler yaptım derken oyun dünyasında adı bilinir biri haline geldim. Şu an ki adıyla HWA`nın Türkiye'nin en iyisi olmasını bizzat gördüm. Sürekli haber yazmaya çalıştığım için bir nebzede olsa yazı yeteneğim gelişti; MetalTR`de köşe yazarlığı yaptım. Hali hazırda Kara Kalem için yazmaktayım derken, Cv mi dolduracak kadar iş yaptım..

Daha önemlisi; ucundan stratejik düşünebilmeyi öğrendim, daha girişken biri oluverdim. O botları alıp bunları yaşamasaydım; sınıfın en önünde oturup, Serdar Ortaç dinleyen pısırık bir tip olacağıma bahis oynayabilirim.

Efes-Meryemana-Şirince



Ders çalışacağımız yerde bütün gün gezdik delicesine. 07.00 sularında kardeşimin; "ana, ana,anne,anne,mom,mom,mami" sesiyle uyanmanın verdiği sinirle uyanıp bilgisayarı açıp her zaman uğradığım sitelere göz attım, sonrada Medieval 2: Total War açıp Portekiz ile bütün Endülüs yarım adasının kontrolunu ele geçirdiğim sıralarda hareket saatinin yaklaştığını farkedip bir hışımla gazete bayinden gazetemi alıp durakta beni bekleyen arkadaşla buluşup okula doğru yol aldık.

Yaşça büyük olmanın verdiği güçle aracın birini kapatıp en arka koltukta bulmacası için aldığım gazeteyi açmayı dört gözle beklerken, yerime oturduktan sonra bulmaca ekinin sınıfta kaldığı farkedip küçük bir şok, geçici bilinç kaybıda diyebiliriz, geçirdikten sonra 4 farklı makra ve model telefondan aynı müziği aynı anda çabaları arasında yolun büyük bir kısmını geçtik. İlk durakta 4 liraya gözleme yiyip, 1 lirayada çay içtikten sonra büyük bir acıyla Efes harabelerinin gişelerindeydik. Ekşici rehberin turnike yerine checkpoint, kule kelimesini bulamayıp tower deme çabaları arasında ana gruptan kopup tarihteki ilk dövemecinin önünde (komik felan değil ama benide böyle kabul edin);

Seli`nin tarihi taşlar üstünde sigarasını söndürmesini beklerken, rehberden bıkan bir diğer grupla birlikte umumi tuvaleti, genel evi, çamur içindeki mozaikleri, tiyatronun arka kısımlarını, kütüphanenin girilmez bölümündeki ot dolu odaları görüdükten sonra tarihin ilk reklamını görmek için bütün lise tayfası olarak can atıyorduk. Genel eve giriş için yapılan reklam; 18 yaşına girmiş birinin ayak boyutunun silüetini ve önünde giriş parasını koymak için koyulan küçük çukuru gördükten ve bir başka rehberin "parayı koy balı ye" gibisinden kurduğu cümleden sonra daha büyük tiyatroyu, efes jandarma komutanlığının mızrak ve ok kullandığını söyleyip gülüşmemizden sonra çıkış gişelerinin önünde ana grubu beklemeye başlamamızla sonlandı yolculuğumuz. Grubu beklerken sıkılan kızlar yola oturup fotoğraf çekinmeye çalışırken, yanımdakilerle birlikte bizimde onlar otururken zıplayıp poz verme çabalarımız turistlere garip gelmiş olacakki bilindik atasözlerini söylediler; "what the fuck". O anki durumumuzu özetlediler.

Meryemana`nın evini görüp, mumuzu dikip, dilek çeşmesinden suyu içip, şaman inancı olan bir yerlere çaput bağlayıp dilek tutma inancının Hristiyanlığın göbeğinde ne aradığını sorgulayıp, Güney Afrika`dan ziyarete gelen siyahi arkadaşların kendilerine sike sike kabul ettirilen bir dinin vecibelerini yerine getirmek için bu kadar yol gelmelerine acıyarak baktıktan sonra servisimizin yanında turun ikinci ayağını tamamlamak üzereydik. Arabanın arkasındaki duvardan ötesinin mükemmel bir manzaraya sahip olmasını verdiği hırsla, %30 gibi bir eğime sahip olan yokuştan inmeye çalışan arkadaşların vazgeçip geri dönmesiyle inmeye çalıştıkları yerin sol tarafındaki mesire yeri masalarını görmemden sonra Seliyle birlikte koşturup merdivenlerden inip bilmem kaç yılından kalma duvardan atladıktan sonra; zaferimizi manzaranın göbeğinde fotoğraf çektirerek kutladık.


Bir sonraki durak; sınırsız yiyebileceğimiz açık büfe. Yine araba seçiminde, efes harabelerine girişte, Meryemana`nın evine girişte olduğu gibi yine en önde gidip yemeğimizi (en sevdiğim şey; karnı yarık, pilav) aldık. Açık büfenin sınırsız olmasından kaynaklanan hayvanlıktan sonra tesisin biraz ötesinde sigaralarımızı içerken bizim yarıla yarıla güldüğümüz bir olay aynen söyle gerçekleşti;

mEta: Ayber nerde kaldı masadaydı en son
Şakir: Çıkarken gördüm birşeyler deniyodu
5 Dakika sonra...
Ayber: Biz birşey aldık
Koro: Ne aldınız
Ayber: Kauçuktan yapılır
Koro: Ne ki
Ayber (cebinden kutuyu çıkartarak): Anti-m marka condom
mEta: Ayber bunu mu deniyodu lan az önce
Koro: Lan ahsudhausdhasdfasd
Emre: Giydikten sonra çıkıp aynada baksaydın
Koro: ushduaysduasghd
Doğukan: Sakız kutusu değil miydi lan o?
Koro: yusghdasgdasd

Recep İvedik 3 izleyerek o an bilmediğimiz ama son surağımız olacak Şirincedeyiz. Seli`nin daha önce gelip sarhoş olmasından kaynaklanan tecrübesiyle envai çeşit şarabı deniyebileceğimiz sarap reyonlarının en iyisine oturduk. Ödüllü üzüm şarabı(tavsiye edilir), karadut şarabı, böğürtlen şarabı, mandalin şarabı(tavsiye edilir), şeftali şarabı ve içinde bilimum baharatın olduğu sıcak şarabı küçük kadehlerde denedikten sonra; Hakan şarhoş olup garip garip hareketlerle bizi eğlendirirken, ortalama soğuk havada dışarı çıkıp kadehte sıcak şarabımızla sigarımızı bir güzel içtik. O sırada bizi takip eden 70 kişilik kafilede bizim oturduğumuz mekana geldi ve bugün yaklaşık 300 lira bıraktık mekana. Tabi bu başarının mimari Seli ne olduğunu tam anlayamadığımız birşeyle ödüllendirildi. Nargile içecek mekan ararken vurduk kendimizi Şirince`nin dağlarına.

Efes`te çekim yaptıkları sırada Basın Yayın okuduğu varsaydığımız elemanların aslında; Fatih Türkmenoğlu`nun hazırladığı Sahil Günlüğü programının kameramanları olduğunu anlayacında mala bağlayan adama atfen; kameranın önüne burda ne oluyor diye atlamak gelsede içimizden sonradan çok keşke dedik yapmadığımız için.

Sonra yuvarlanarak en aşağı inip, içtikleri eşantiyon içkilerle sarhoş taklidi yapan liselierin arasında eve döndük. Güzel gündü vesselam.

Celal Fedai...


"ŞİİRİ SAVUNAN YAZAR Türk edebiyatında şiirleri ve şiir üzerine yazıları ile dikkat çekmiş bir yazar Celal Fedai (38). Ali Ural'la şiir dergisi Merdiven'i çıkardı. İzmir'in Menderes ilçesinde edebiyat öğretmenliği yapıyor. 'Parmak ile Boyanmış' kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği 2005 Şiir Ödülü'nün sahibi."

Kendileri böyle önemli bir edebi başarıya sahipken, müdürün kaleminin sekmesi üzerine derslerime girdiği için tarifi imkansız mutluluklar içerisindeyim. Görüp görebileceğiniz en iyi öğretmen oscar`ı ilk dersinden tarafımca alkışlarla verilmiştir Celal Hocaya. 

Bir kısım liselinin gönlünü, Dinar Yolunda Devrilen Ford`un Şoför Ahmet İçin Yaktığı Ağıt - Can Yücel şiirini tahtaya öğrencisine yazdırırken;

Kız öğrenci: Hocam burda -okuduğum ama emin olamadığım- ne yazıyor?
Celal Fedai: İttin ursuzdun orospu çocuğuydun
Ö: Peki
Sınıf(Şaşkın): Lan.... Nıhahahhahahahaha

muhabbetinden sonra kazansada, benim için derse girdiğinden o yana kahramandı. Dış dünyada Muallim Naci`lik -benim bulduğum bir sıfat- yaptığından ötürü diğer yazarlardan fazla arkadaşı olmadığını, pek konuşmayı sevmediğinide söylesede, derste döktürüyor. Mesnevi- Mevlana tarzı anlatımıyla konudan konuya anlatıp öyle bir yakalıyorki sizi; haftanın 37 ders saati dinleyebilirsiniz. Sınav derdine fazla kapılmayıp;Yahya Kemal`in, Nazım Hikmet`in annesini götürme hikayesini dinleyebiliyoruz yada İlhan Berk`in Bodrum`daki evinin arka bahçesine yaptırdığı çalışma odasında kitap ayracı olarak tanıştığı güzel kadınların resimlerini kullandığını(Az önceki bilgiyi başka bir yerde bulamazsınız not alın).

Dedesinin etkisi çok büyük Celal Fedai`nin üzerinde. Ona verdiği dinsel ve kültürel eğitim şu an ki Celal Fedai`nin temellerini, sağlam temellerini, atmış. Celal hocayı sevmemin bir diğer nedeni ise; dedesiyle başlayan kendini geliştirme süreci sonunda yakaladığı bakış açısı, düşünme şekli. Zaman zaman farklı düşünsekte, kendileri gördüğüm en iyi öğretmen.

Mortal Kombat X ve diğerleri!