Mezun bile oldum





 Bilmem kaç Eylül 2007 - Kayıt olmak için Menderes Anadolu Lisesinin önüne geldiğimde arka bahçesinde koyunlar ve çobanlar vardı. Yıkılmıştım. Aslına bakarsanız pekte yıkılmamıştım; 1 hafta önce köyden gelmem sebebiyle. Ammavelakin beni en çok yıkan bilgi; okulumuzun binasının olmamasıydı.
 Adana`da 1. sınıfa başladığımda annemin 15 gün, Muş`ta 3. sınıfa başladığımda yine annemin ilk gün, İzmir`de 7. sınıfa başladığımda ise babamın yine ilk gün okula beraberimde gelmesinin  verdiği rahatlıkla liseye de beraber gideriz yabancılık çekmem düşüncesiyle bütün bir yazı rahat geçirdikten sonra beklenmedik bir şekilde; lisenin ilk günü durakta yapa yalnızdım, belkide hayatımın en büyük travmalarından biriydi. Dolmuş durağında otobüs beklerken, gelmeyen otobüse oldukça sövmüştüm gıcır gıcır okul üniformalarımla. Neyse ki benimle birlikte dolmuş bekleyen liselilerin arasına karışıp Gaziemir - Garaj dolmuşlarından birine binebilmiştim. Lise denince aklıma - bildiğiniz liseli mantığıyla- minicik etekli güzel kızlar gelirdi hep. Dolmuşta onları aradım ama önümde -4 sene boyunca çoğunlukla görebileceğim gibi- bıyıklı, uzun etekli, şakirt tipli kızlarla -isimlerini kezban diye kısalttık sonraları- doluydu dolmuş ama aralarından biri gayet güzeldi yada ilk gününün heyecanından bana öyle gelmiş, adını hiç öğrenemedim. Okulun önünde indik. Bir grup liseli sıra olmuş beklemekteydiler, yüzlerinde kusma ifadesiyle bekleyenlerin yeni başlayanlar olduğu anlayacak kadar gözlem yeteneğim vardı o yaşlarımda da. Kapıda biraz bekledim. Sonra içeri girip servis kaydı yapan, yine ilk gün amına koyum ifadesiyle oturan klasik dolmuşçu tipli abinin önünden geçerken; kafamda düşünecek hiçbirşey bulamıyordum. Okulun ağaçlar vasıtasıyla oluşturulmuş gölge kısımda olayı anlamaz bakışlarla bakarken bana doğru yaklaşan sarışın kız neredeyse kanatlanıp uçacaktı gözümde. Onu gördüğüme o kadar sevinmiştim. Adını yanlış hatırlıyorsam affetsin; Enbiye yavaş yavaş yaklaşmaktaydı. Sağa sola savrulan bir kaç tel haricinde saçlarını toplamış, omuzları yeni giydiği beyaz-mavi çizgili yeleği beğenmediğinden düşmüştü. O zamanlar içine kapanık bir çocuktum esprilerim gayet kötüydü ama saatlerce sürebilecek tatlılıkta muhabbet döndürecek güç bulmuştum içimde; uzun konuştuktan sonra oteritesini sesine vuramaya çalışan müdür; sıraya davet etti bizi. Ergen ve isyankardım. Bir süre gelen emiri duymamazlıktan gelsemde sonra sıra olanların arkasına doğru yürdüm. Nerde dursam ki lan, yeniler nerde durur, büyüklerin arasında sap gibi kalırsam gülerler mi, annem nerde gibi tonla soruyla öğrencilerin arkasında beklediğim sırada karşılaşmayı pek istemediğim biri yaklaşmaktaydı götüm götüm. 8. sınıf boyunca zaman zaman aynı dershane sınıfında bulunduğum, pekte sevmediğim Onur. Yüzünden saflık akardı çocuğun, alt dudağıyla konuşurken dudağının iki yanında tükürük birikintileri olurdu, okulun ilerleyen yıllarında inanılmaz hikayelere sahip olacaktı o gün farkında olmasada. Selam verdikten sonra yüzümdeki memnuniyetsizliği görmüş olacak yanımdan ayrıldı. Bir süre daha bekledikten sonra yine aynı dershaneden Ayberi görmüştüm. Anlaşırdık o zamanlar halada anlaşıyoruz ya neyse. Yanında Mert Onarıcı 1.90 ebatlarında dikilmekteydiç. Tam yanlarına gittiğim sırada cebinden BlackBerry çıkarmasıyla da iyice afallamıştım. Lise çok garip gelmişti, büyümüş hissetmişti. Belli bir süre sonra hala aramızda birşeyler olduğuna inandığım Ezgi`nin okula teşrif etmesiyle dahada bir mutlu olmuştum. Sınıfa çıkma vakti gelmişti.






Tek kişilik sıralardan en arkada ve cam kenarının bir kenarındakilerden birine oturdum. Hemen önümdeki sırayada Ezgi oturdu. Yeleğimi çıkarıp, kollarımı sıvadıktan sonra gömleğimi dışarı çıkarma cesareti bile göstermiştim. İlk okulda hocasını gördüğünde önünü ilikleyen benim için evrimin başlangıcıydı bu. Ezgiyle muhabbet ederken ilk günün en şaşırdığım olaylarından biri cereyan etmekteydi; 8. sınıfta ilk okullar arası futbol müsabakalarında ardı arkası kesilmeyen küfürler ettiğimiz, ardındanda kafasına kafasına taş attığımız Özer kendinden emin yürüyüşüyle sınıfa girmişti. O yürüyüşü hiç değişmedi. İlk ders zili çaldı o sırada. İlk ders ile birlikte sınıfımıza 5-6 hoca birden girip arama yapacaklarını söylediğinde Ercan hocanın yüzündeki çömezlerle uğraşıyoruz ifadesi yeni yeni oturmaya başlamıştı. Telefonumu kapatmaya çalıştığım sırada kaşlarını çatıp, bir parça türükle bana kızan Ercan hocanın sesi liseye geldiğimi fark ettirir nitelikteydi. Dışardaki gömleğimden ve açık telefonumda ilk defa adımı bir yerlere yazmışlardı


10 saat İngilizce olmasının verdiği burukluk vede hocamızın işi varsa erken gidebileceğimiz düşüncesiyle yaşadığımız sevinç içimde kocaman bir boşluk oluşturmuştu. Belkide ergenlikti bilemedim. İngilizce hocası bütün sınıfı ayağa kaldırıp büyükçe bir daire oluşturdu. Şimdi herkes adının baş harfiyle bir sıfat bulacak ve adını öyle söylecek böylece hem tanışmış hemde isimlerimizi ezberlemiş olacağız dedi. Tamam dedik. Herkes düşünmeye başladı ama benim daha büyük bir sorunum vardı; iki ismim var lan benim hangisini söyleyecem şimdi, hayatımın geri kalanını etkileyecek ilk kararımı vermek üzereydim. T harfinden sıfat bulamadığım için R`yi seçip Rahat demeyi planladım. Buraya kadar gayet güzel gidiyordu işler. Sıra bana geldi ve; ellerimi yumruk yapıp dizlerimi biraz kırdıktan sonra Rahat Ramazan dedim. O günden sonra artık adım Ramazandı. 


(Burayı hatırladıkça yazmak için ayırıyorum)



2007`nin kış aylarındaydık. İzmir’in kışı o zamanlar fazla üşütmezdi. Yinede tedbir olsun diye ebeveynlerimle bot almaya gidip, karşımıza çıkan ilk mağazadaki ayağıma ilk uyan botu aldık. O zamanlarda alış-veriş yapmayı sevmezdim.
Yeni arkadaş ortamı yapma adına verdiğim savaş çok çetindi. Herkes takılacak yeni elemanlar ararken, en popüler olmanında çabası içindeydi. Bende sınıfın en sivrilenleri arasında yerimi almış, Marilyn Manson dinleyerek hayatımı geçirmekteydim. Hafta sonu tatilinden sonra botlarımı giyip bir süredir takıldığım grubun yanına gittiğimde fark ettirdiler ki; botun topukları oldukça büyük. Alaydır bu edilir dedim sustum. Ama onlar susmadı; saatler boyu iki tane topuktan bahsettiler. Halada haz etmem bir şeye takılıp kalınılmasından. Bu kadar uzun sürerse de deliririm. Günün sonunda arkadaş grubumdan ayrılmak tek düşünebildiğim şey idi. Ayrıldım. Yeni bot almamla başlayan olaylar silsilesinin, bundan böyle Doğukan’la takılma kararı vermemle bütün hayatımı değiştireceğinin farkında değildim.
Doğukan; şu an pek oynamasa o yıllarda tam bir online bilgisayar oyunu hastasıydı. Bana da bulaştırdı. Call of Duty 2 oynamaya başladık – asıl ben oynamaya başladım kendileri 2 yıl kadar oynamışlar ogüne gelene kadar-. COD2 sonrasında COD4 derken 1 yıl kadar geçti. Call of Duty 4`ün en iyi oyunculardan biri olunca Türkiye’nin en iyilerinden X-Factor, kendileri ile oynaması için Doğukan’ı nam-ı diğer Headshot`ı takıma çağırdı. O da benden habersiz mEta`da benimle gelsin menajerlik falan yapar demiş. Elinde iyi kart olursa her zaman istediklerin olur. Bu şekilde kabul edildik. Takımın sitesinde haberler yazdım çeviriler yapıp, oyun organizasyonu olmasından ötürü başka oyun türlerinden yeni takımlar buldum, turnuvalar düzenledik, incelemeler yaptım derken oyun dünyasında adı bilinir biri haline geldim. Şu an ki adıyla HWA`nın Türkiye’nin en iyisi olmasını bizzat gördüm. Sürekli haber yazmaya çalıştığım için bir nebzede olsa yazı yeteneğim gelişti; MetalTR`de köşe yazarlığı yaptım. Hali hazırda Kara Kalem için yazmaktayım derken, Cv mi dolduracak kadar iş yaptım...
Görkemle o zamanlar çok iyi anlaşırdık hatta kafalarımız tamamen aynıydı. Okula yeni başladığım sıralarda Nu Metal dinler, Pentagram işaretleri çizerdim defterime. Tebliğ yapmak için kişi arayan Görkem, elinde bilimum heavy metal  şarkılarıyla dolu CD ile geldiğinde metal müziğe ilk adımımı atmıştım. Pişman değilim yine olsa yine yaparım. 
10. sınıfta aklımda kalan yegane olay ise karıştığım büyükçe bir kavgaydı. İtiraf köşesi; 10. sınıfta şimdiki halinden çok farklı olan hatta bildiğiniz şişman Ceyda`dan bir süre hoşlandığımı sandım ama küçük bir süre. 1 hafta sonra ise arkadaş olsak daha iyi deyip vazgeçtim(Selen bu yazıyı okuduktan sonra Ceyda ya söylemesi yoluyla öğrenecek sanırsam bunu ilk defa). Ceyda o zamanlar kendisinden büyük ve oldukça yakışıklı bir elemanla çıkmaktaydı. Bizim sınıfın kaloriferinde buluşurlar gayet tatlı bir çift olarak hayatlarını sürdürürlerdi. Burası lise ve eski sevgililer çok sinirli. Çocuğun eski sevgilisi Ceyda`ya oldukça takıntılı durumda ve dövmek için yer aramaktaymış bu olaylar kaloriferimiz de cereyan ederken. Bir okul çıkışında Ceydanın önünü kesmek suretiyle linç girişimine başlamadan hemen önce örümcek adam hislerim kötü birşeyler olacağını hissetmiş ve  beni dolmuşa binmekten vazgeçirmişti. 5 kişilik popüler kız grubu ve ortalarında Ceyda birbirlerine bağırarak uzun bir münakaşaya girmişlerdi. Ne konuştukları hakkında hiç birşey hatırlamasamda konuşmanın sonunda ettiğim küfürü gayet net hatırlıyorum. 
Kızların yüzleri kıp kırmızı birbirlerine atıp tutmaya devam ediyorlar Ceyda`da gayet cesur cevaplar veriyor hiç bekletmeden. Ceyda`nın dayak yemek üzere olduğunu anladığım sırada arkasına gidip kolundan çekmek suretiyle yanıma çekiyorum yavaşça. Gidelim diyorum boşver onları. Ceyda arkasını döndüğü sırada benden yaşça büyük ve oldukça güzel bir kızın bana erkeklik ve kaçırmakla ilgili bir şeyler söylemesiyle hayatımda ilk defa o kadar sinirlenip; Siktirin gidin burdan lan diye bağırıyorum. Tam bir çılgınım. Kızların yanında bulunan biri şişman ve her güzel kızın yanında görebileceğimiz fuck buddy tipli arkadaş ve hemen onun arkasında kaldırımda köftecinin önünde duran tinerci tipli beyaz tenli, siyah saçlı, diş yapısı bozuk olan eleman benim üstüme doğru yürüyorlar. Sen ne diyorsun lan, harbiden lan ben ne diyorum, hangi cesaret bunu bana söyletti, gerizekalıyım galiba ben derken olay ayrılıyor ve yürümeye devam ediyoruz. Yiyeceğim büyük dayak çok yakın gibi gelse de bir kaç tekmeyle kurtuluyorum olaydan az birazda annemle ilgili küfür. Teklemerini yediğim çocuğun kardeşiyle şu an aramızda çok iyi ama bu bilgiyi öğrendikten sonra abisiyle bir olup beni sövmek isteye bilirler ama olsun Enes seviyorum seni amca oğlu.

Sıcak bir bahar günü. Büyük ihtimalle 10. sınıfın ikinci dönemi. Tek kaş olduğumu unutup, bütün kış boyunca bakışlarımla etkileyeme çalıştığım kız karşımda oturuyor. Güneş biraz benim elime birazda karşımda ki kızın yüzüne düşmekte. Oldukça güzel ve popüler bir kız. Benimle egolarını tatmin ettiğini hatta onunla ilgilenmemden eğlendiği anlayacak kadar zekiyim ama aşk o zamanlar benim için inanılası bir şey. Sırf bu yüzdendir ki Güneş Kurt, beni gördüğünde hala biraz baktıktan sonra o günlerde ki loserlığıma güler. Not: Kız Güneşin yanında gezmekteydi. Ama saçlarımın uzaması ve kaşlarımın yerinde olmaması sebebiyle tam çıkartamaz beni. Kız benden sıkılmış olacak ki en sonunda arkadaşlarından birini yanıma gönderip,o kızın sözlüsü var ayağını denk al bilader dedirtti sonunda. Bunun adı aşk acısı.
Bide yazmak istemediğim Büşra muhabbeti var. Özetle öpüşmek güzelmiş. 
Bütün günümü bilgisayar oyunu oynamak ve hiç bir şey yapmayarak geçirdiğim 10. sınıfın ardından daha da büyümüş ve siyasi fikirlerim oluşmuş şekilde 11. sınıfa hazırdım. Nihilizm mükemmel bir dünya görüşüydü hatta her ergenler için ders olarak okutulmalıydı. Black Metal dinlenmesi gereken tek müzik türüydü ve sanırsam dinler yalandı. Kafam çok karışıktı. Yaz ayları planladığım üzere gitar almak için babamla konuşmak üzereydim. Hayalimde Bc Rich yatmakta, yanındanda 500TL akıp gitmekteydi. Bir akşam yemeğinde babamın sinirli şekilde gitar işini reddetmesi bana çok koymuş hemen akşamında da Hakan`nın biz yarın gidip gitarı alıyoruz demesine çok bozulmuştum hatta yatağımda ağlamıştım lan öyle üzülmüştüm. Ama gururlu bir gençtim o gitarı alacaktım o olmasa bile bir gitarım olacaktı. Aç kaldım, arkadaşlarımın tostlarını tırtıkladım, evden yemek getirdim, otobüse bindim ve bir buçuk ayın sonunda Washburn x5 gitarımı alabilmiştim. Artık gitarı olan bir deisttim. 

Ayberle birlikte ayetler ezberler içinde hata arardık. Biz bunları yaparken sınıfımdan bir kaç kişi bizi öldürmeye planlamaktayken o fikirden vazgeçip bizi müdüre şikayet etmişler. Bunun üzerine eve gelen annem yüzünde inanılmaz bir kırmızılıkla bağırmaya başladıktan sonra polislere telifle satabileceğimiz bir sorgulama tekniğine girişir;
Annem: Selamünaleyküm
mEta: Selam
A: Aleykümselam diyeceksin bana aleyküm selam diyeceksin, aleyküm de bana
m: tamam aleyküm selam
A: Allah var dimi oğlum
11. sınıfın başı itibariyle başlayan birlik ve beraberlik tadından yenmez 1,5 seneye doğru sürüklüyordu bizi. Okuldan kaçıp Börekçi Ali`de içtiğimiz nargileler dünyanın en kötüleri olsada ortam dönen muhabbet paha biçilemezdi. Ekomar`dan abur cubur alıp öğle aralarını geçirdiğimiz parklar tam bir lise ortamı oluştursada herkes için eğlenceliydi. Güzel bir yıl olmuştu vesselam
Yine bir öğle arası o zaman ki adı Akdeniz AVM olan mekanın önünde yeşilliklere serilmiş oturmaktayız. Güneş yumurtalarımızı pişirecek kıvamda. Tabiki cebimizdekileri. Kamyon kamyon gelen karpuzlardan birini satın aldıktan sonra lise hayatımızın klişelerinden biri gelmek üzereydi. Karpuzumuzun ilk ısırığını alan Özer`in "Biz çok çılgınız ya" diyip ağzındakileri gülerken düşürmesi ardından yüzlerce metre gülerek okula ulaşmıştık. Ağzından çıkan çekirdekleri hala çok net şekilde hatırlıyorum. 

12. sınıfa geldiğimizde ise 1.250.000TL`ye yaptırılan okulumuz açılmış ve herkes elinde test kitaplarıyla abilerinden gördüklerini tekrar etmek için can atmaktaydı. Sivil havacıdan tutun, Galatasaray Hukuk`a kadar geniş ve yüksek puanlı okullar hayallerimizdi. Hayat ilerlemeye devam ettikçe kimse istediği bölümü kazanamayacağını anladığında sınıfımızdan bir sürü polis memuru türedi. 
Okulun başlarında herkes rahat ve sivilcesiz yüzlere sahipti. Yerler Arnut kaldırımlarının arasına sıkıştırılmak için gelişi güzel atılmış kumlarla kaplı ve olabildiğince sıkacaktı. Artık okulun en büyüğüydük ve elimizde kocaman bir otorite olmalıydı. İlk tenefüste çay alma geleneğimiz ilk günden başlamışken, küçük sınıflarada takılmayı adet haline getirmiştik. yine bir sıcak sonbahar günü okulun rüzgar alan ve gölge kısmında bir grup sınıfdaş otururken elimizdeki çaylardan birine top gelmesiyle gücümüzü açığa çıkarma vakti gelmişti, sevgili Pokemon seveler. Emre Can`ın voleybol oynayanlara atar yapmasıyla herşeyin biteceğini düşünürken ardından gelen topun çaylardan birini dökmesi bizi iyice kızdırmıştı. Hele ki üçüncü topun gelip Selen nin elindeki çayın dökülmesiyle aramızdaki Psyduck(Saydek diyede bilinir) ortaya çıkmış ve sikerim sizin topunuzu demesiyle ortamdaki soğuk rüzgarlar kahkahaya karışmıştı. Ardından topu almamla başlayan otorite inşamız, çatı yapmamızla tamamlanmıştı. Artık okulda faşist bir yönetim kurabilir, hatta ve hatta haraç bile kesebilirdik. Neyseki iyi insanlarız yapmadık öyle bişey. 
Senin en önemli olayıysa Şirince gezisiydi;
Ders çalışacağımız yerde bütün gün gezdik delicesine. 07.00 sularında kardeşimin; "ana, ana,anne,anne,mom,mom,mami" sesiyle uyanmanın verdiği sinirle uyanıp bilgisayarı açıp her zaman uğradığım sitelere göz attım, sonrada Medieval 2: Total War açıp Portekiz ile bütün Endülüs yarım adasının kontrolunu ele geçirdiğim sıralarda hareket saatinin yaklaştığını farkedip bir hışımla gazete bayinden gazetemi alıp durakta beni bekleyen arkadaşla buluşup okula doğru yol aldık.

Yaşça büyük olmanın verdiği güçle aracın birini kapatıp en arka koltukta bulmacası için aldığım gazeteyi açmayı dört gözle beklerken, yerime oturduktan sonra bulmaca ekinin sınıfta kaldığı farkedip küçük bir şok, geçici bilinç kaybıda diyebiliriz, geçirdikten sonra 4 farklı makra ve model telefondan aynı müziği aynı anda çabaları arasında yolun büyük bir kısmını geçtik. İlk durakta 4 liraya gözleme yiyip, 1 lirayada çay içtikten sonra büyük bir acıyla Efes harabelerinin gişelerindeydik. Ekşici rehberin turnike yerine checkpoint, kule kelimesini bulamayıp tower deme çabaları arasında ana gruptan kopup tarihteki ilk dövemecinin önünde (komik felan değil ama benide böyle kabul edin);

Seli`nin tarihi taşlar üstünde sigarasını söndürmesini beklerken, rehberden bıkan bir diğer grupla birlikte umumi tuvaleti, genel evi, çamur içindeki mozaikleri, tiyatronun arka kısımlarını, kütüphanenin girilmez bölümündeki ot dolu odaları görüdükten sonra tarihin ilk reklamını görmek için bütün lise tayfası olarak can atıyorduk. Genel eve giriş için yapılan reklam; 18 yaşına girmiş birinin ayak boyutunun silüetini ve önünde giriş parasını koymak için koyulan küçük çukuru gördükten ve bir başka rehberin "parayı koy balı ye" gibisinden kurduğu cümleden sonra daha büyük tiyatroyu, efes jandarma komutanlığının mızrak ve ok kullandığını söyleyip gülüşmemizden sonra çıkış gişelerinin önünde ana grubu beklemeye başlamamızla sonlandı yolculuğumuz. Grubu beklerken sıkılan kızlar yola oturup fotoğraf çekinmeye çalışırken, yanımdakilerle birlikte bizimde onlar otururken zıplayıp poz verme çabalarımız turistlere garip gelmiş olacakki bilindik atasözlerini söylediler; "what the fuck". O anki durumumuzu özetlediler.



Meryemana`nın evini görüp, mumuzu dikip, dilek çeşmesinden suyu içip, şaman inancı olan bir yerlere çaput bağlayıp dilek tutma inancının Hristiyanlığın göbeğinde ne aradığını sorgulayıp, Güney Afrika`dan ziyarete gelen siyahi arkadaşların kendilerine sike sike kabul ettirilen bir dinin vecibelerini yerine getirmek için bu kadar yol gelmelerine acıyarak baktıktan sonra servisimizin yanında turun ikinci ayağını tamamlamak üzereydik. Arabanın arkasındaki duvardan ötesinin mükemmel bir manzaraya sahip olmasını verdiği hırsla, %30 gibi bir eğime sahip olan yokuştan inmeye çalışan arkadaşların vazgeçip geri dönmesiyle inmeye çalıştıkları yerin sol tarafındaki mesire yeri masalarını görmemden sonra Seliyle birlikte koşturup merdivenlerden inip bilmem kaç yılından kalma duvardan atladıktan sonra; zaferimizi manzaranın göbeğinde fotoğraf çektirerek kutladık.


Bir sonraki durak; sınırsız yiyebileceğimiz açık büfe. Yine araba seçiminde, efes harabelerine girişte, Meryemana`nın evine girişte olduğu gibi yine en önde gidip yemeğimizi (en sevdiğim şey; karnı yarık, pilav) aldık. Açık büfenin sınırsız olmasından kaynaklanan hayvanlıktan sonra tesisin biraz ötesinde sigaralarımızı içerken bizim yarıla yarıla güldüğümüz bir olay aynen söyle gerçekleşti;

mEta: Ayber nerde kaldı masadaydı en son
Şakir: Çıkarken gördüm birşeyler deniyodu
5 Dakika sonra...
Ayber: Biz birşey aldık
Koro: Ne aldınız
Ayber: Kauçuktan yapılır
Koro: Ne ki
Ayber (cebinden kutuyu çıkartarak): Anti-m marka condom
mEta: Ayber bunu mu deniyodu lan az önce
Koro: Lan ahsudhausdhasdfasd
Emre: Giydikten sonra çıkıp aynada baksaydın
Koro: ushduaysduasghd
Doğukan: Sakız kutusu değil miydi lan o?
Koro: yusghdasgdasd

Recep İvedik 3 izleyerek o an bilmediğimiz ama son surağımız olacak Şirincedeyiz. Seli`nin daha önce gelip sarhoş olmasından kaynaklanan tecrübesiyle envai çeşit şarabı deniyebileceğimiz sarap reyonlarının en iyisine oturduk. Ödüllü üzüm şarabı(tavsiye edilir), karadut şarabı, böğürtlen şarabı, mandalin şarabı(tavsiye edilir), şeftali şarabı ve içinde bilimum baharatın olduğu sıcak şarabı küçük kadehlerde denedikten sonra; Hakan şarhoş olup garip garip hareketlerle bizi eğlendirirken, ortalama soğuk havada dışarı çıkıp kadehte sıcak şarabımızla sigarımızı bir güzel içtik. O sırada bizi takip eden 70 kişilik kafilede bizim oturduğumuz mekana geldi ve bugün yaklaşık 300 lira bıraktık mekana. Tabi bu başarının mimari Seli ne olduğunu tam anlayamadığımız birşeyle ödüllendirildi. Nargile içecek mekan ararken vurduk kendimizi Şirince`nin dağlarına.

Efes`te çekim yaptıkları sırada Basın Yayın okuduğu varsaydığımız elemanların aslında; Fatih Türkmenoğlu`nun hazırladığı Sahil Günlüğü programının kameramanları olduğunu anlayacında mala bağlayan adama atfen; kameranın önüne burda ne oluyor diye atlamak gelsede içimizden sonradan çok keşke dedik yapmadığımız için.

Sonra yuvarlanarak en aşağı inip, içtikleri eşantiyon içkilerle sarhoş taklidi yapan liselierin arasında eve döndük. Güzel gündü vesselam.

Tüm bunlarla birlikte birde Celal Fedai hayatımıza girmişti;

"ŞİİRİ SAVUNAN YAZAR Türk edebiyatında şiirleri ve şiir üzerine yazıları ile dikkat çekmiş bir yazar Celal Fedai (38). Ali Ural'la şiir dergisi Merdiven'i çıkardı. İzmir'in Menderes ilçesinde edebiyat öğretmenliği yapıyor. 'Parmak ile Boyanmış' kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği 2005 Şiir Ödülü'nün sahibi."

Kendileri böyle önemli bir edebi başarıya sahipken, müdürün kaleminin sekmesi üzerine derslerime girdiği için tarifi imkansız mutluluklar içerisindeyim. Görüp görebileceğiniz en iyi öğretmen oscar`ı ilk dersinden tarafımca alkışlarla verilmiştir Celal Hocaya. 

Bir kısım liselinin gönlünü, Dinar Yolunda Devrilen Ford`un Şoför Ahmet İçin Yaktığı Ağıt - Can Yücel şiirini tahtaya öğrencisine yazdırırken;

Kız öğrenci: Hocam burda -okuduğum ama emin olamadığım- ne yazıyor?
Celal Fedai: İttin ursuzdun orospu çocuğuydun
Ö: Peki
Sınıf(Şaşkın): Lan.... Nıhahahhahahahaha

muhabbetinden sonra kazansada, benim için derse girdiğinden o yana kahramandı. Dış dünyada Muallim Naci`lik -benim bulduğum bir sıfat- yaptığından ötürü diğer yazarlardan fazla arkadaşı olmadığını, pek konuşmayı sevmediğinide söylesede, derste döktürüyor. Mesnevi- Mevlana tarzı anlatımıyla konudan konuya anlatıp öyle bir yakalıyorki sizi; haftanın 37 ders saati dinleyebilirsiniz. Sınav derdine fazla kapılmayıp;Yahya Kemal`in, Nazım Hikmet`in annesini götürme hikayesini dinleyebiliyoruz yada İlhan Berk`in Bodrum`daki evinin arka bahçesine yaptırdığı çalışma odasında kitap ayracı olarak tanıştığı güzel kadınların resimlerini kullandığını(Az önceki bilgiyi başka bir yerde bulamazsınız not alın).

Dedesinin etkisi çok büyük Celal Fedai`nin üzerinde. Ona verdiği dinsel ve kültürel eğitim şu an ki Celal Fedai`nin temellerini, sağlam temellerini, atmış. Celal hocayı sevmemin bir diğer nedeni ise; dedesiyle başlayan kendini geliştirme süreci sonunda yakaladığı bakış açısı, düşünme şekli. Zaman zaman farklı düşünsekte, kendileri gördüğüm en iyi öğretmen.



Böylece geçip giderken yeni bir yıl kep törenimizi göstermişti takvimler. O an için benim için hiç birşey ifade etmesede liseyle ilişiğimizin kesilmesi sonradan sonraya çok koyacaktı. Hele ki Selenle ayrılmak neredeyse ağlatacaktı. Oldukça olaylı geçen kep töreni provalarından sonra ben gayet sıkıcı geçeçek bir gün için yine kendimi hazırlamıştım. Evde rahat rahat çayımı yudumlarken, sessizlikte sigara mı içsem diye düşünüyordum. Sessizlik mesaj sesiyle bozuldu. Hemen Menderese gelmemi emreden mesajları takmamayı kafamdan geçirsemde yinede kıramadım Seleni 2,5 saat önceden Menderese ulaşabilmiştim. Onların gelmemesini fırsat bilerek çiğ köfte bile yiyebilmiştim. Selen, Ceyda, Özge ve Tarık`ın beklediği kuaförün önüne geldiğimde herkeste garip bir heyecan vardı. Özge`yi aylar sonra tekrar görmüştüm. Tarık ve Selen`i ise bir gün önce görmüştüm çok sık görüşüyorduk o sıralar. Kızlar saçlarını yaptırırken Tarıkla gülüp eğlendik zaman geçirdik. Saat 19.00 sularına geldiğinde ise törenin düzenleneceği mekana doğru yürümeye başlamıştık. Yanımızdaki insabların sayısı ise gittikçe artmaktaydı. Anfinin önünde bir süre bekledikten sonra fotoğraf makinasını Özge`ye verip kepimi giydim. Hiç matah bir şey değil içi sıcak falan sevmedim. Bir sürü angarya işi gerçekleştirdikten sonra  törenin sonlarına gelmiştik. Sahnede durup sinevizyondan resimlerimizi gördüğümüz sırada Selen`den ayrılacak olmak çok koymuştu bana. Tüm hayatımı değiştirip bir daha konuşmayacak durumda kalırsak bu hayata değişik küfürler ederim. Tören bitip annem ve babamla fotoğraf çekindikten sonra eve dönmeye hazırlansamda Selen`nin yüzündeki ağzına sıçarım ifadesini görüp, akşam Gümüldürde kalmak için izni koparmıştım.



Selen`nin annesiyle birlikte önce bir kokoreçci de 0.75 ekmek kokoreç yedikten sonra Denizatı adlı hotelin sahilinde 16 biramızla birlikte yerimizi alabilmiştik. Yan yana çektiğimiz Şezlonglara uzandıktan sonra bira ve sigara ikilisi hayatımızı renklendiren yegane şeylerdi. Özgeyle birbirimize anlatacağımız bir sürü şey varmış konuştuk ettik falan saat kaç oldu bilmiyorum. Biralar ise sidik gibi olmuştu o sıra; kumsala gömmek bile işe yaramadı ama ben 1 tane sıcak bira içtip sonra midemi bozduktan sonra üstüne uzun bir süre aç kalıp kahveyide içince durum iyice çekilmez bir hal alacaktı. Saat kaçtı bilmiyorum ben bir süre uyudum sonra uyudum sonra Kaan sarhoş olup yanımza gelmişti sonra ben yine uyudum derken sabahı bulduk. Yorucu bir gün olsada; Özgeyle biz yine eğlenmiştik.



Son olarakta hepinizi çok sevdim lan. Yine olsun yine okurum aynı okulu aynı insanlarla. Kendinize iyi bakın bundan sonra kendi doğrularınızın peşinde koşun, boyun eğmeyin, kendinizi kullandırmayın, tebliğ yapacam diye hapse düşmeyin, ekonomik tetikçi olamazsanız canını sıkmayın, ekonomi okuyup işsiz kalmayın, öğretmen olduktan sonrada arayıp sorun falan.

Hayaldi gerçek oldu


03.06.2011 - 09 Mayısın üzerinden neredeyse 1 ay geçmiş -bana öyle gelmese de-. Hava gayet sıcak ve tozlu, bu inşaatlar yüzünden Texsas`tayız sanki anasını satıyım. Saat 17.00 suları evden çıkmak için gayet güzel bir saat, Emre içinse olabildiğince geç. Bazen hayatta küçük şeyler size çok koyar, içinde 7 lira olan kentkarta 5 lira daha yüklemek; çocuk acısı gibiydi. Durağın gölge ve rüzgar alan kısmında beklemeye başladım. Önümde 10 yaşlarına ama kendini 18 yaşında hisseden bir kız çocuğu ve kızının yaşlılık hali bir anne benimle aynı otobüsü beklemekteler. Arkamdaki kuyumcudan sucuk kokuları gelirken, şakirt öğrenciler durağı sarar  peşi sıra gelen çocuk zırıltılarıyla. Saat 17.08. Cübbesi ve kepiyle uyumlu olmak için mavi ve mini bir elbise giymiş bir kız sevgilisiyle durağa gelmekte. O halde otobüse binme cesaretini kutlayarak mesaj gelen telefonuma bakıyorum. Emre, benden daha heyecanlı mesajlar atmakta ardı ardına. Benim tek derdim ise fazla fazla sıktığım parfüm. Saat 15.18. Otobüs uzaktan görünmüş, gayet mutluyum, bildiğin çocuklar gibi sevinçliyim. Kentkartı dıtlattığım sırada şoför bana bakıp gülümsüyor, sanırsam yüzüme de ki otobüs geldi mutluluğunu gördü.

6 yıldır İzmir`de yaşayıp Camii durağını bilmemem benim için başlı başına hatayken, otobüsün gidiş yönüne ters oturmam tam bir eziyet olacak yol boyunca, ilk belirtilerini başlardan gösterdiği gibi. Spotçuların önünden geçerken, boncuk boncuk hatta bilye bilye terliyorum. Neyse ki GPS sistemindeki hanım abla durakların ismini yüksek sesle söylüyor, yoksa Kıbrıs Şehitlerini bulmam imkansız. Daha önceden gelen talimatla caddenin girişinden biraz ilerde bekleyip bir sigara yakıyorum.

Emre: Kız gelmiştir çoktan
mEta: Gelmemiş
Emre: Nerede ki
mEta: Gelir elbet(tarzı bişeyler)
mEta(iç ses): Mesajda atmıyo burada ekilirsem ameliyat olur "Gay Bedenler Kulübünde" takılırım artık

Önünde beklediğim tatlı ve benzeri malzemeler satan tükanın içindeki iki kızın öküzleme beni kestiği anlarda miyopluğun verdiği körlükle birini Beste`ye benzetip, günün şakasını yapıyor galiba hiç komik değil dememle  gelen mesajın ardından orada bulduğum cafelerden birine yalnız oturup biramı içmeye başlıyorum. Hayatımın belli bir süredir en sinirli dakikalarını yaşamaktayım. Bir sigara, ötekisi, ardından bir tane daha. Emre yine benden daha sinirli, garson beni kesmekte, biram bitsin eve dönmeyi planlamaktayım, bira bitmek üzere, o kadar yol geldim 10 dakika göreydim bari, garson beni sevmedi, hayatımda ebeveynlerim haricinde kimseye atar yapmadım lan ben, adam gibi okkalı cümleler bulmam lazım Kurtlar Vadisi tadında, sallanmayan bir masaya oturmalıydım burası deli etti beni, annemi özledim, çok yalnızım lan şu an yalnızlıktan ölücem sandım. Saat 18 belkide 19 olmuş British Culture`a gel mesajının geliği sıralarda. Kıbrıs Şehitlerini zor buldum British Culture`ı nasıl bulacam.

mEta(tam bir ingiliz aksanıyla): Abi burada Britiş Kalçağğrr varmış nerede o
Midyeci(bir gözünü aşağı üşürmek suretiyle anlamadım yiğen bakışı)
mEta: İngilizce kursu abi
Midyeci: Midye veriyim mi?
mEta: Kolay gelsin abi

Tam olarak saydım ki söylüyorum; 10 adım daha atıp binanın önüne gelmeyi başardım. 3. kattayım, yaklaşık 1 aydır beklediğim görüntü merdivenlerden inmekte. Sözü gereği sıkı sıkı sarıldı, bende sarıldım. Kantine oturduk. Saat 19`u biraz geçiyor o sıra. Benim olduğum yerde muhabbet sürekli sürer şayet ki sıkılmadıysam. Bir birimize anlatacağımız şeyler vardı. Özetle; bir sürü tesadüfler silsilesi.

Bilgi yarışmasına nasıl geldiklerini anlattığı sırada o kantinde oturduğuma inanamıyorum, kız canlı canlı karşımda oturuyor gülüyor falan çok garipsedim başta. Ağzım kurumuş cola alacaktım kalkıp gidesim gelmedi. Bıraksalar uçar mıydım? Uçamazdım ama denerdim. Cüzdanımdan yüzüğü çıkardım. Evet artık evlenme teklifi vak... Yarışmada parmağımdan çıkmayan o malum yüzük. Umarım uzun süre saklar gerçi bayada yakıştı.

Sude`yi bile gördüm dün. Kendisi çok tanıdık geldi yani uzun süre görüşeceğiz umarım sıkıldığım anlara denk gelmezsin Sude, denk gelirsen de başka şeylerle ilgilen ritim falan tut. Onların gitmesinin ardından muhabbetin en can alıcı yeri gelir artık.

- Aramızdakinin adını koyalım mı artık?
- Bende onu diyecektim
- Şimdi klişeler var gak guk çıkmak falan salak kelimeler ebe ebe
- Bence de ama şimdi şöyle ki aslında öyle değil ama olabilir de bence neden olmasın
- Burayı skipleyelim artık

Benim sigara içme gereksinimin gelmesi nedeniyle ara sokaklardan birindeyiz. Anlattıklarımdan birine, capsleme fırsatı bile yakaladığım klasik şaşırma hareketlerinden biri yapıyor. Sırf tekrar görmek için o ifadeyi; annem beni tuvalete düşürmüş doğmadan, ben orada büyümüşüm babam ağzıma sıçmış bile diyebilirdim. Demedim. Tekrar 3. kata çıkıp gayet marjinal muhabbetler ettikten sonra saat 20.00 olmak üzereydi daha sıkı sarılıp ayrıldık.Hatta öyle sıkı sarıldık ki Beste`nin kafasında durmakta olan gözlük bile düştü.

Buda mutlu giden bir hikayenin gayet mutlu bitirebildiğim sonuydu. Yazmaya başlarken sürekli betimlemeler falan yapıp tam bir hikaye yazmak istemiştim ama benden bu kadarı çıkıyor.

Bir yerde hata yaptım sanırsam

Bazen yanlış yerde olduğunuzu düşünürsünüz, yanlış zamanda. Oturduğunuz meret götünüze küçük gelir, duvarlar sıkar koşmak istersiniz... Edebiyat sınavının 7. sorusunda takılıp kaldım dün. Game of Thrones`da ki çekim hatalarını, senaryodaki eksiklikleri düşündüm uzun uzun. 7 krallığın kralı yaralanıyor da neden bunun 1 saniyelik görüntüsü yok dizide arkadaş dedim kendi kendime. İç sesim sürekli kanka der çünkü bana.  Sonra iç sesim ve ben oturup bu konuyu konuştuk, ortak  ve kesin bir karara vardık; Basın Yayın falan okuman lazım kanka.