Gözlerinde şimşekler çakar: Oturmak istersin, yürümek istersin, aklın karışır. Tüm bunların sebebi sadece bir kişiyse dona kalırsın. Devcileyin bir sevinç kaplar içini: Koşarsın. En azından koşmak istersin o seni durdurana kadar.
Bugüne dek bir kere karanfilini başkasına verebilmiş bir adam düşünün. Karanfil yeni açmış, gözlerinin içine bakıyor. Can atıyor kokmaya. Solana kadar yeni sahibinin elinde kalmak istiyor. Sonra karanfil düşüyor yere çiğneniyor. Son bir kez dönüp çiğneyene bakıyor, bakıyor, bakıyor... Keşke ezmeseydi yeni sahibi karanfilini.
O karanfil öleli 2 yıl oldu. Şimdi yeni bir karanfil bekliyor adam. Nefret ettiği hayatını kızıl kızıl aydınlatır belki. Adam o karanfile eğilimli bekliyor işte...
O adamın hayatını değiştirecek, kalbini tekrar işletecek olanın yanı başında olduğunu kim bilebilir. Bir trenin içinde göz göz geldiğinde koşmak isteyeceğini kim düşünebilir. Aradığı gözler tam karşısında birkaç saniyede olsa ona bakmış. Adam heyecanlanıyor, trenden hızlıca iniyor. O gözlerin sahibi de peşinden. Habersiz adamın heyecanından. Hemen bir sigara yakmalı adam yoksa ölecek heyecanından. Korkuyor arkasına bakamıyor bir süre. O gözler başka yöne gidiyor. Bugüne kadar hiç bu kadar güzelini görmüş mü adam?
Trafik ışıklarında bekliyor yeşil yanmasın diye dua ediyor. Belki tam arkasına gelirde durur. Adam tekrar hisseder onu yanında. Kalbi durmayacakmış gibi hızlı atıyor trenden indiğinden beri. Arkasına dönmek korkusundan nereye gittiğini göremiyor onun. Nereye gittiği mühim değil adam onu bulacak. O artık adamla birlikte yaşayacak.
Adam her gün tekrar tekrar çevresine bakıyor duraktan evine giderken. O ışıkta bekliyor 3. yeşil ışık yanana kadar. Belki onu deli sanıyorlar kimin umurumda. O siyah ceketi, beyaz çantayı o gözleri tekrar göremiyor. Hafızasının fotokopisini çekebilse asacak onun yüzünü her yere aranıyor diye.
Nefret ettiği hayatının nefret ettiği bir gününde yan masasına oturuyor o gözler. Sürekli ona bakmak istiyor adam. Söylenecek ne kadar kelime varsa söylemek istiyor.Geçirilecek ne kadar zaman varsa hepsini bir anda geçirmek istiyor. Adam artık koşmak istiyor ta ki o durdurana kadar.
Archive for 2013
Ahmet'in doğduğu köye en yakın mecra yıldızlardı. Onlar bile unutmuştu belki Başpınar'ı. Sorsan Ahmet bile bilmezdi doğduğu yerin adını.
Köy ahalisinin toplandığı kahvenin girişinden akıyordu yalnızlık. Hepsi içeride bir olmuşlar sanırız ondan bu yalnızlık. Dertler sigaranın dumanına, yoksulluk küllerine karışmış öylece duruyor.
Tabelasında ki yazıları usul usul akan kahveye ise bir yabancı girdi o sırada. Artık bir değil iki olmuşlardı. Hemen onu da bir etmek istediler dertlerine. Adam en az köylü kadar yalnız, dertli, yoksul... Ayakkabısı gömleğinden yırttığı çaputla yamalanmış. Gömleği de ceketiyle. Ceketini en iyisi hiç sormayın. Bıyıkları sararmış dertle. Önceleri bir olmak istemedi köylüyle. Belki de daha fazla yalnız kalsın köylü istedi de ağzını açmadan cevapladı soruları.
Ahmet o zaman 9 yaşında habersiz ve dilsiz. Köylü öyle çağırır Ahmet'i ama Ahmet bir kendine konuşur gece yarılarından sonra. Fısıldar aynalara. Ahmet habersiz hiç bir şeyden, açtı kahvenin kapısını. Tek boş yere - meçhul adamın- yanına oturdu. Kim bilirdi o an Ahmet'in bütün hayatını değiştirecekti.
Adam sonunda konuştu. Sararmış bıyıklar yukarı kalktı, bir kaç diş biraz da karanlık gözüktü. Bütün kafalar adama dönüktü. İşçi arayan var mı diye sordu. Çoban, aşçı, boyacı ne olursa.