Okulun kapısından içeri giriyorum. Az ışık alan ilk kat ve dayanılmaz insan kokusu. Görüntü arada sırada olduğu gibi yavaşlıyor. Sadece kendi kalp çarpmamı duyuyorum. Kafamı yavaş yavaş çeviriyorum. Yavaşça açılıp kapanan kırmızı dudaklar, yeni çıkmış göğüs kılları, beyaz gömleğin beyaz düğmesi, sarı saçlar, kalbim sesi, sol taraftan gözümü alan güneş ışığı ve derin bir befes alıyorum daha önce hiç almamışçasına. Ne yaptığımız farkında değilim. Elimde edebiyat notlarının bulundupu defter diyaframıma yakın bir yerde onu sıkıyorum. İnsanlar bana bakıyor ve hızlıca geçiyor. İlk katı çıkmışım sınıfında oturan sarışın kız, eli bileğinden bükülmüş parmakları önünde duran yeşil kalemliğe bakıyor. Şaçları dalgalandırıyor son 3 saç teli daha yavaş diğerlerine eşlik ediyor ve kız birden kayboluyor. Vücudum kendi kararını alıp 3. kat merdivenlerine yönelmiş. İlk karşıma çıkan herhangi bir pantolonun cebinde duran herhangi bir el muhtemelen 12. sınıf birine ait. Yüzüne bakıyorum elin sahibinin gülüyor az sonra hüngür hüngür ağlıcak biliyorum. Önümde Ezgi yürüyor ona yaklaşıyorum takip edecek gücüm yok. Son gücümle sırama oturuyorum. Görüntüler hızlanıyor, çevremdeki sesler geri geliyor, Seleni görebiliyorum. Az önce olan şeyin depresyon atağı felan olduğunu düşünüyorum belkide kendimi kandırıyorum ne fark eder. Şimdide olabildiğince sıkılıyorum. Selenden sıkılıyorum, Ezgiden, sıramdan, gömleğimden, en çokta pantolonumdan çıkarmak istiyorum ama "ahlakın" üzerimizde kurduğu baskı engel oluyor. Bir kuvvet buluyorum içimde gidip insanların içine karşıyorum Lise muhabbetleri dönmeye başlıyor. Az sonra edebiyat sınavından nasıl çakacağımı düşünüyorum. Kafamı çeviriyorum sıram popomu çağırıyor. Onları kıramıyorum buluşturuyorum kerataları. Arada bir saate bakıyorum telefonumdan infaz vakti yaklaşıyor. Sınava az kaldı derken bir ses " Hoca yokmuş". Sinirleniyorum küfrediyorum bazıları hocaya bazılarıda rahatlamak için durmadan ediyorum. Bunların hepsi içimde oluyor, hissettirmiyorum çevreme bilmesinler ben mutluyum içimde.
Archive for Nisan 2010
Çal Kalbimi
Dün gece babamın bilgisayarı gasp etmesi üzerine yine o aptal televizyona mahkum kaldım. E ordada annem var mecburen Kavak Yelleri izliyorum. İzliyorum diyorum annemin dizi izlemeyip başka işlerle uğraştığını yarım saat sonra fark ettim. Kumandayı alıp zaplamaya başlayınca Star da bu güzelim yarışmaya denk geldim "Çal Kalbimi". Biraz formattan bahsedecek olursak: Bir erkek asansörle ilk başta ayakları, sonra baldırları, takım-taklavat derken sahneye iniyor. Karşısındaki kızlara kendini tanıtıyor sonra bir "VTR", en sonda haşin erkeğimizin bir yakınıyla onun hakkında muhabbet ediliyor. Kızlarda oğlanı sevmezlerse önlerinde konumlanmış tuşlara basıp erkeği reddebiliyor veyahut kendisini seçmesi için "ışıklarını" yanık bırakabiliyorlar. Son olarakta bizim oğlan birini seçip "çay içmeye" götürüyor. Hikaye biraz tanıdık geldi sizede tahmin ediyorum. Lise yıllarında herkezin yaptığı durumlar: erkek beğenilmek için okul bahçesinde gezinir, bizim ergenin kestiği kız buna yüz vermezse tavrı koyar şaçlarını savurarak yürür yada kız istiyorsa Yeşilçam filmlerindeki gibi işvelenir. Sonra araya bir arkadaş konulup kız ayarlanır. Öhöm yanlış söyledim sanırsam çıkmaya başlanılır. Evet hikaye oldukça tanıdık ama sormak istediğim bir kaç soru programla ilgili - kimsenin beni iplememesi umrumda değil-
Bir şirkette müdür olarak çalışan bir adam neden eş aramak için bu tür bir yarışmaya katılır?
Endüstriyel tasarımcılık son sınıf öğrencisi ve iş teklifleri alan bir adam ne arar orda?
Yaşı altmışa dayanmış bir hanımteyzemiz gencecik çocuklardan ne ister?- Yukardaki resimde soldan içinci sıra-
Türbanlı biri neden her gelen erkeğin kendisini beğenmesini ister?
Ve daha bir sürü soru....
Programın sunucusu işini çok iyi yapıyor diyebilirim. Benim tahminim karşısında fok balığı taklidi yapan kızlara ve stüdyoda beğenilecek tek erkek olması sebebiyle hallenen erkek yarışmacılara küfrediyordur. Biraz zor bir durum olsa gerek 1 kıza kendini beğendirmek oldukça zor olurken, onlarcası. Gelen erkekler oldukça masumlar ama karşısındaki kızlar. Çevremde ordakiler gibi olan dişilerin az olduğunu bilmek sevindirici. Sürekli "sevgili" değiştiren, kendini bulunduğu yerin tanrısı sanan o kızlar. Süslenip püslenmek için o kadar para harcamak açıklanamaz bişey. 200 liraya parfüm, askeri ücretin ne kadar olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Damarlarımıza pompalanan popülarizm dolu serumun yan etkileri bunların hepsi. Bir kutu jöle kullanmak bir seferde ne için yada hepimizin içinde bir yerde, ta derinlerde bile olsa günde en az bir kere dışarı çıkan o hastalık " beğenilme duygusu". Kurtulmuş biri oalrak sayıyorum bu hastalıktan kendimi umrumda olmamasından belki. Ama çevrem gördüğüm o 300 liralık ayakkabılar, milyarlık telefonlar, trilyonluk arabalar, altın kaplama rujlar, gözüm kadar elmas yüzükler. Hep kendini gösterme çabası.
Kendinize özen göstermeyin, yalın ayak dolaşın, telefon kullanmayın demiyorum. Sadece bir ayakkabıya o kadar para verip bunu insan içinde söylemeyin, bir parfüm için o kadar para vermeyin yada aynı kalitedeki kot için 5 katı fiyat ödemeyin diyorum. Diyorum ama bu kapitalist düzende boşa diyorum. Herneyse ben 10 liralık telefonum, 8 liralık parfümüm, 50 liralık ayakkabım ve kullanmadığım rujumla mutluyum.
Sonuç olarakta bu televizyon programıda bu anlattığım şeylerin çocuğu. Belkide gayri meşru çocuğu bilemeyiz bunları planlayan birilerinin olmadığını